“Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki: 1314-1315-1316 senelerinde, Van kal’ası ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi yekpare bir taştan ibarettir. Eskiden kalma bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı, tehlike yüzde yüz.. başka nokta-i istinad kalmadığı halde, büyûk bir istinada basmış gibi, üç metrelik bir kavisle, o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlahî, hârika bir imdad-ı gaybî telâkki ettik...”(18)

Bediüzzaman’ın ayakları kayarak, mağ’aranın kapısına düşmesi, maddi hiçbir imkân ve sebeple izah edilemez. Van kalasını ve o mezkûr mağarayı ve Bediüzzaman’ın ayaklarının kaydığı noktayı görenler bilirler ki; mağaraya yandan doğru giden incecik keçi yolu gibi kayadan oyulmuş bir yolu vardır.(19) Eski talebelerinden Vanlı Ali Çavuş’un ve Bediüzzaman’ın kardeşi Molla Abdülmecid’in anlattıklarına göre; o zamanlar talebeler bazen bu mağaraya giderlerken, mezkûr yandaki yoldan giderlermiş. Fakat Bediüzzaman ise, üstten ve tepesinden doğru iniyormuş. İşte bu düşme hadisesinde yine adeti üzere yoldan değil, mağaranın tepesinden aşağı mağaraya inmek isterken, ayakları kaymış. Ayakları kayıp düştüğünde, üç metrelik bir kavis çizerek gidip mağaranın kapısına düşmek değil, tam aksine maddi sebepler itibariyle kaydığı noktadan dikeyine doğru altı metre mağaranın kapısının uzağından geçerek kal’anın dibine düşmesi lâzımdır. Demek ki hıfz-ı İlâhî ve imdad-ı gaybî karşısında maddî sebepler sükût edivermiş.

şimdi bu hadisenin görgü şahidlerinden, 1962’de Ali Çavuş’u, 1963’de de Molla Abdülmecid Efendi’yi ayrı ayrı bizzât dinleyerek aldığım malûmat şöyledir: Bu zâtlar, Bediüzzaman’ın düşme hadisesi ânında ondan duydukları sesi ve kelimeleri farklı duymuşlardır:

Yükleniyor...