hakikati aramışlar. Hatta medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir Velî şeyhinin elini öper, tabi’ olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-u îmâniyede daha safî, daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikatten daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir Tarik-i Velâyet; ilimde, hakâik-ı îmâniyede ve ehl-i sünnetin ilm-i kelâmında bulunmasını, Risale-i Nûr, Kur’ân-ı Mu’cizül-Beyân’ın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır...”(71)

8- Bu mevzu ile alâkadar ve bahsimizi te’yid eden bir rivayet: Hacı Hulûsi Bey ve Vanlı Molla Hamîd Efendi’den ayrı ayrı dinlediğimiz bir rivayet ve hâtıra şöyledir:

“Hazret-i Üstâd buyurmuşlardı ki: Ben Bitlis’te bulunduğum zamanlarda, orada dört tane büyük Velî zâtlar vardı ki; İmam-ı Rabbanî derecesinde idiler. Bu her dört zât da, Eski Said’i kendilerine bağlamak için çalışıyorlardı. Fakat Eski Said, bu her dört büyük evliyaya karşı müstağni kaldı. Çünki yalnız birisi ona kâfi gelmiyordu.”

İşte bu rivayet ve yazılı nakillerin ve me’hazların mecmûundan çıkan netice şudur: Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, isimleri zikredilen o büyük velî insanların hepsini fevkalâde sevmiş, hürmet etmiş, şefkat ve dualarına mazhar olmuştur. Lâkin bunlardan yalnız birisinin mesleğine intisab edip de tarikatinde müridlik yapmamış ve tarikatlerın âdâb ve usûlüne göre herhangi bir hareketi kaydedilmemiştir. Belki o, bu ahirzaman asrının insanlarını materyalist felsefenin verdiği şüphe ve vesveselerinden kurtaracak bir kısa yolu.. ve aynı zamanda sahabelerin mesleği gibi esas-ı velâyet ve esas-ı takva ve esas-ı azîmet temellerini muhafaza ile beraber, daha çok ilim ve tefekkür üzerine bina edilen bir cadde-i umumiyeyi(72) bir sırat-ı müstakimi Kur’ân’dan(73) keşfedip bulmuştur.

Evet Onun Risale-i Nûr’u, baştan sona kadar bu mesleğin ve meşrebin esasatını göstermektedir.

Yükleniyor...