- “Bu odada kalıp ilmine çalışacaksın!” diye emreder. Küçük Said de bu odada metin kitapları mütalaa ve ezberlemeye başlar.
Vâli’nin hanımı vefat etmiş, evinde altı tane bâkire genç kızları vardır. Bir gün bu kızlardan birisi, bir iş için genç Said’in odasına girmek ister. Delikanlı Molla Said ise, namus ve iffetinin muktezası olarak genç kıza bağırarak, odasından kovar ve odanın kapısını şiddetle çarparak kapatır. Kız müteessir ve üzgün bir halde geri döner.
Aynı günde de Bediüzzaman’ı kıskanan muziplerden birisi, hükûmette Vâli’nin kulağına şu sözleri fısıldar:
- “Said’i evinizde nasıl yalnız bırakabiliyorsunuz? Kızlarınız genç-bâkire.. Hanımın yok.. Said ise genç delikanlıdır. Nasıl böyle kabul edebiliyorsun?” diyerek Vali Beyin kalbine vesvese verir.
Vâli Bey, akşamleyin evine geldiğinde; Molla Said’den şetim yiyen genç kızı, ağlaya ağlaya babasını karşılar ve:
- “Baba! Bu odaya bıraktığınız Said delidir. Bize sövüyor odasına bırakmıyor:” diye şikâyette bulunur.
Vali Bey, fisıldanan vesveseli sözlerin tam zıddına, namus ve iffet timsali Molla Said’in şu haline muttali’ olunca, hemen kalkar, Said’in odasına girer ve:
- “Herkesin bir pîri var. Benim pîrim de sensin!” deyip elini öper ve bu hadiseden sonra da, Vali Paşa’nın Molla Said’e iltifat ve ihtiramı bir kat daha artar.(49)
Hadiseyi bir de Bediüzzaman’ın kendisinden dinliyelim.
“...Tarih-i hayatımı bilenlere ma’lûmdur ki; ellibeş sene evvel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’de Merhûm Vali Ömer Paşa’nın hanesinde iki sene -onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle- kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük.. Ben üç büyükleri, iki sene bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi. İki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkeste bendeki bu hale hayret ederdi. Bana sordular:
- “Neden bakmıyorsun?” derdim:
- “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmıyor...“(50)
Bediüzzaman Hazretleri başından geçmiş bu tarihi sergüzeşti gibi, 1908 yıllarında İstanbul’da bulunduğu zaman, buna benzer bir başka vak’ayı da yazmaktadır. Sırasında ve tarihinde yazılacağından buraya kaydedilmedi.
Vâli’nin hanımı vefat etmiş, evinde altı tane bâkire genç kızları vardır. Bir gün bu kızlardan birisi, bir iş için genç Said’in odasına girmek ister. Delikanlı Molla Said ise, namus ve iffetinin muktezası olarak genç kıza bağırarak, odasından kovar ve odanın kapısını şiddetle çarparak kapatır. Kız müteessir ve üzgün bir halde geri döner.
Aynı günde de Bediüzzaman’ı kıskanan muziplerden birisi, hükûmette Vâli’nin kulağına şu sözleri fısıldar:
- “Said’i evinizde nasıl yalnız bırakabiliyorsunuz? Kızlarınız genç-bâkire.. Hanımın yok.. Said ise genç delikanlıdır. Nasıl böyle kabul edebiliyorsun?” diyerek Vali Beyin kalbine vesvese verir.
Vâli Bey, akşamleyin evine geldiğinde; Molla Said’den şetim yiyen genç kızı, ağlaya ağlaya babasını karşılar ve:
- “Baba! Bu odaya bıraktığınız Said delidir. Bize sövüyor odasına bırakmıyor:” diye şikâyette bulunur.
Vali Bey, fisıldanan vesveseli sözlerin tam zıddına, namus ve iffet timsali Molla Said’in şu haline muttali’ olunca, hemen kalkar, Said’in odasına girer ve:
- “Herkesin bir pîri var. Benim pîrim de sensin!” deyip elini öper ve bu hadiseden sonra da, Vali Paşa’nın Molla Said’e iltifat ve ihtiramı bir kat daha artar.(49)
Hadiseyi bir de Bediüzzaman’ın kendisinden dinliyelim.
“...Tarih-i hayatımı bilenlere ma’lûmdur ki; ellibeş sene evvel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’de Merhûm Vali Ömer Paşa’nın hanesinde iki sene -onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle- kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük.. Ben üç büyükleri, iki sene bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi. İki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkeste bendeki bu hale hayret ederdi. Bana sordular:
- “Neden bakmıyorsun?” derdim:
- “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmıyor...“(50)
Bediüzzaman Hazretleri başından geçmiş bu tarihi sergüzeşti gibi, 1908 yıllarında İstanbul’da bulunduğu zaman, buna benzer bir başka vak’ayı da yazmaktadır. Sırasında ve tarihinde yazılacağından buraya kaydedilmedi.
Yükleniyor...