Bu hakikatı, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, Peygamber-i zişan (A.S.M.) Efendimizin siyer-i seniyesiyle ilgili olarak şöyle dile getiriyor:
“...Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ahvâl ve evsâfı, siyer ve tarih sûretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsâf ve ahvâl-i galibî beşeriyetine bakar. Halbuki o zât-ı mübârekin şahs-ı mânevisi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek ve nuranîdir ki; siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor. O yüksek kıymete muvafık düşmüyor. Çünki;
افاَلسَّبَبِ كَالْفَاعِلِ
sırrınca: Her gün, hatta şimdi de, bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sâhife-i kemalâtına ilâve oluyor. Nihayetsiz rahmet-i ilâhiyyeye nihayetsiz bir sûrette, nihayetsiz bir istidat ile mazhar olduğu gibi, hergün hadsiz ümmetinin hadsiz duasına mazhar oluyor... Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Halık-ı Kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan O zât-ı mübarekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-ı kemalâtı siyer ve tarihe geçen beşerî ahvâl ve etvâra sığışmaz. Mesela: Hazret-i Cebrail ve Mikail, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir zât-ı mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arabla at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şâhid olan Huzeyfe’yi şâhid göstermekle görünen etvâr içinde sığışmaz.
İşte, yanlış gitmemek için her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibariyle işitilen evsaf-ı adiye
{}
içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nûranî şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa, ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer...”
{}
Yükleniyor...