TAKDİM





Büyük ve fâzıl allâmelerin, yüksek müçtehidlerin, rehber, mücahid, imam ve da’î müceddidlerin tarih-i hayatlarının manevî cihad safahatlarını kalemle kâğıd üzerine nakşetmek hayli müşküldür. Belki vasfa gelmez derecede yönleri vardır. Yoksa -bazı ehl-i siyaset ve gaflet gibi- sadece dünyevî bazı hamiyetkârlık ve kahramanlıklarından bahsedip alkış tutmak şeklinde olsa, pek geçici ve ömrü kısa olur.

Dinin yüksek mürşidlerinin, hayatlarıyla olduğu kadar, ölümleriyle de ehl-i imana rehberlikleri devam eder. Müstakim olan hayat hikâyeleri nakledilmekle elde edilen mezkûr neticeyle beraber, ilmî marifetleri, bilhassa ilham mahsulü olan kalbî maarifleri de varsa, yazılmış ve kaydedilmiş ise, zaten o zaman serapa hep hidayet ve nûr olur. O mürşid ve imamın vazifedar olduğu dinî hizmetinin vasıf ve derecesine göre ve o zâtın o vazifede müstaid olduğu nisbetiyle ilmî marifeti nuraniyyet kesbedip devam eder. İnsanlar da o nisbette müstefid olup feyizdâr olurlar.

Evet, bu zevât-ı kirâmın, müstakim olan akıl ve dirayetleri olduğu kadar, kalb ve iç âlemlerinin nûraniyyet dereceleri arttıkça, husûsiyle akıl ve kalbleri hakâik-i İslâmiyede inkişaf ettikçe, bilhassa kalb ile akıllarının düsturları arasında ahenk sağlandığı miktarca ve o nisbette de din hizmetinde istikamet ve muvaffakiyet, hakâik-ı Kur’âniyye ve sünnet-i seniyyenin esrârına mutabakat ve vukûfiyetleri arttıkça, her tarafları, ilimleri, amelleri, davranış ve hareketleri menfaatli ilim şeklinde kaim olarak, din yolunda müstakimâne rehberlikleri devam eder.

İş bu durumda, böylesi rehber, mürşid ve imam zatların hayat hikâyeleri demek; îmân ve İslâm hakikatlerinin bir cihetle izahı demek olur. Böyle de olduğu için, avam-ı ehl-i îmâna, herhangi müşkil dinî bir mes’elede “acaba nasıldır?” denildiğinde, “işte falan zât onu şöyle yaşadı, hayatıyla şu davranışları gösterdi” denilmekle hakikat tecelli etmiş olur.

Yükleniyor...