müsavidirler. Çünki o kudrettir ki; camid, ince ipler gibi şeylerle hârika, hayatdar, salkımlar gibi şeyleri icadediyor, yapıyor. Eğer bu salkımlar, esbaba havale edilirse, bir tek salkım için (faraza eğer mümkün olsaydı) milyonlar kantar külfetlere ve mualecelere muhtaç olacaktılar.

Hem de o kudret, vücud cilveleriyle tecelli edip, vücubun gölgesinden in’ikas ederek, iğnenin deliğinden geçer gibi, berzahî timsalleriyle şeffaf safhalar üzerinde cilvenüma oluyor. Eğer kudretin bu icadı, esbab-ı maddiyeye havale edilirse, vücud-u eşya, ya imtina’ gayyasına girecek, veyahut hadsiz mualeceler ve zorluklara muhtaç olacaktır.

Kat’iyen bil ki, hayat ve nur ve vücud’un hem mülk, hem melekût yüzlerinin şeffafiyetinden dolayı, kudret-i İlahiyye bunlara icad ile tecelli ettiği zaman, o kudret, kesif olan vesait ve esbab altında saklanmıyor. Belki bunlardaki esbab-ı zâhiriye o derece rikkat peyda ediyor ki, altında kudretin tasarrufu adeta gözle görülebiliyor. Evet her kim hayat ve nurun tavırlarına im’an-ı nazar ederse, esbab altındaki tasarruf-u kudreti bilbedahe müşahede edecektir. Çünkü o kudret, meselâ üzüm salkımlarını icad etmek için, yalnız ince, camid bir çubuğu; ve küçük bir cam parçasında bir güneşçiği tersim etmek için yalnız iğne deliğinden geçen bir nuru; ve bir evi aydınlatmak için yalnız bir cam içindeki kıl gibi bir tel vasıtasını sarfediyor.

Hem ruh ve kalblerin dalaletten ve manevî hastalıklardan neş’et eden müz’iç ızdırablar içine düşmeleri ve bu ızdırablar ise, icad-ı eşyayı, eşyanın nefislerine veya imkânî sebeblerine isnad etmekten gelen hayret, istiğrab ve istib’addan neş’et eden istinkârdan gelmesiyle; ve Bu manevî ızdırablar ise, ruh ve kalbleri; onun zikriyle ancak kalbler mutmain olabilen ve her müşkülün anahtarı irade-i ezeliyesinde olan ve onun kudretiyle ancak müşküller hallolabilen Cenab-ı Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’e (kurtuluş ve şifa ve halâs bulmak üzere) firar ettirmeğe icbar ediyorlar.

Evet, belâ! Cenab-ı Hak Teala (C.C.) Kur’anında ferman ettiği gibi

يفَفِرُّوا اِلَي اللّٰهِ

başka kurtuluş mevkii, sığınacak yer, istinad edilebilecek mekân yoktur; ancak ve ancak Cenab-ı Kadir-i Kayyum’un

Yükleniyor...