barigâh-ı rahmetine firar ile iltica etmekte ve ona tevekkül ile tefviz-i umûr etmekte vardır.
İşte bu hakikat dahi, hads-i sâdıka bakan bir mişkât açıyor. Hads-i sâdık ise, nur-u İslâm’a; Nur-u İslâm da tavr-ı nübüvvete teslime; bu da Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’e iman nuruna bakıyor ve gösteriyor. (Yani bunlar tesbih taneleri gibi birbiriyle nazmedilmiş ve dizilmişlerdir veya bir zincir gibi birbirine bağlı ve manzumdurlar.) İşte kâinat kendi eczasının bütün cüz’iyatları lisanıyla o pencerede
ياَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
deyip şehadet ediyor.
Hem ekmek ve yoğurt gibi esbab-ı zâhiriyenin besatetleri ve mahdudiyetleri ve inhisarları ve bir zabt altında bulunmaları ve bazılarının yalnız araziyetleri (yani mana, hakikat ve cevher değil, belki yalnız kabuk, dışyüz ve suret olmaları) ve zatında zaafları ve ölülükleri ve cumudiyetleri ve bilmüşahede şuursuzlukları ve iradesizlikleriyle beraber; hem kavanîn denilen şeylerin itibarî ve mevhum şeyler olması ve bu kanunların taayyünleri de, ancak mukannen olarak vücud bulmalarıyla bilinmeleri ve mevhum varlıkları da ancak göze göründükten sonra bilinmeleri ve görünmeleri ise, ancak müsebbebin vücudundan sonra olabildikleri halde, bir de bakıyoruz, o müsebbebat çok hârika nakışlar ve gayet acib san’atlarla vücuda geliyor. Meselâ: bir ekmeğin yenmesiyle, beden hüceyratının teşkilatı; ve zihnin hareketi sebebiyetinden de kuvve-i hâfıza hardelesinde (küçük tohum gibi et parçası) mektub olan gayr-ı mahdud muntazam nukuşun yazılması gibi hârikalar… Evet güya o kuvve-i hâfıza ise, insanın amel defterinden bir seneddir de, kudret-i ilahî onu yazarak insanın eline vermiş; tâ ki insan muhasebe vaktinde o sened ile amellerini hatırlasın ve hem kat’iyyen bilsin ki; şu vücudî hercümercler arkasında beka için birçok ayineler vardır ki, Zat-ı Alîm-i Habîr, bütün eşyayı, hiçbirini karıştırmadan nihayet intizam ile o aynalarda tersim ettiriyor. Eşya ne kadar çok ve karışık olsalar ve içinde eşyanın suretleri tersim edilen şeyler ise, eşyanın en küçüğü ve en darı olsalar dahi…
Halbuki kuvve-i hâfıza ise, (yukarda zikredildiği gibi,) gayr-ı mahdud nukuş-u muntazama o kuvveciğin hardelesinde yazılması gibi san’atlar, yalnız telafif-i zihniye (zihindeki liflerin hareketi) vaziyetinin
İşte bu hakikat dahi, hads-i sâdıka bakan bir mişkât açıyor. Hads-i sâdık ise, nur-u İslâm’a; Nur-u İslâm da tavr-ı nübüvvete teslime; bu da Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’e iman nuruna bakıyor ve gösteriyor. (Yani bunlar tesbih taneleri gibi birbiriyle nazmedilmiş ve dizilmişlerdir veya bir zincir gibi birbirine bağlı ve manzumdurlar.) İşte kâinat kendi eczasının bütün cüz’iyatları lisanıyla o pencerede
ياَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
deyip şehadet ediyor.
Hem ekmek ve yoğurt gibi esbab-ı zâhiriyenin besatetleri ve mahdudiyetleri ve inhisarları ve bir zabt altında bulunmaları ve bazılarının yalnız araziyetleri (yani mana, hakikat ve cevher değil, belki yalnız kabuk, dışyüz ve suret olmaları) ve zatında zaafları ve ölülükleri ve cumudiyetleri ve bilmüşahede şuursuzlukları ve iradesizlikleriyle beraber; hem kavanîn denilen şeylerin itibarî ve mevhum şeyler olması ve bu kanunların taayyünleri de, ancak mukannen olarak vücud bulmalarıyla bilinmeleri ve mevhum varlıkları da ancak göze göründükten sonra bilinmeleri ve görünmeleri ise, ancak müsebbebin vücudundan sonra olabildikleri halde, bir de bakıyoruz, o müsebbebat çok hârika nakışlar ve gayet acib san’atlarla vücuda geliyor. Meselâ: bir ekmeğin yenmesiyle, beden hüceyratının teşkilatı; ve zihnin hareketi sebebiyetinden de kuvve-i hâfıza hardelesinde (küçük tohum gibi et parçası) mektub olan gayr-ı mahdud muntazam nukuşun yazılması gibi hârikalar… Evet güya o kuvve-i hâfıza ise, insanın amel defterinden bir seneddir de, kudret-i ilahî onu yazarak insanın eline vermiş; tâ ki insan muhasebe vaktinde o sened ile amellerini hatırlasın ve hem kat’iyyen bilsin ki; şu vücudî hercümercler arkasında beka için birçok ayineler vardır ki, Zat-ı Alîm-i Habîr, bütün eşyayı, hiçbirini karıştırmadan nihayet intizam ile o aynalarda tersim ettiriyor. Eşya ne kadar çok ve karışık olsalar ve içinde eşyanın suretleri tersim edilen şeyler ise, eşyanın en küçüğü ve en darı olsalar dahi…
Halbuki kuvve-i hâfıza ise, (yukarda zikredildiği gibi,) gayr-ı mahdud nukuş-u muntazama o kuvveciğin hardelesinde yazılması gibi san’atlar, yalnız telafif-i zihniye (zihindeki liflerin hareketi) vaziyetinin
Yükleniyor...