mualecet, faraza vücub canibine isnad edildiğinde bir zerre kadar ise, esbab canibinde dağlar kadar olur. Yahut burada bir saç gibi ise, orada halatlar kadar kalınlaşır. Çünkü bir vâhid, kesrete bir vaziyet verir. Ve bir maslahat ve netice istihsal eder ki; kesretin eli ve gücü o vaziyete ulaşamaz. Ulaşsa da pek çok müşkilât ve çok çalışmalar ve zorluklar neticesinde ancak belki ulaşabilir.
Meselâ, bir zâbitin asker neferatına verdiği vaziyet ve istihsal ettiği netice ile; aynı bu vaziyetin alınması ve bu neticenin istihsali, başıboş kalan asker neferatına havale edildiği zamanki nisbeti gibidir. Veyahut bir fevvareden, yani artezyenden elde edilen fayda ve netice ile; müteferrik su damlalarına havale edilmesinin nisbeti gibidir. Veyahut nokta-i merkeziye ile kendi başına kalan daire etrafındaki noktaların nisbeti gibi olur.
Evet bir fiil-i vâhid ile, yani birlik yoluyla bu üç şeyler mezkûr vaziyet ve neticeleri kesretten tahsil ederler ki, neferat ve katarat ve noktalara havale edildiği zaman, imkânsızlığa düşer. Şayet imkânsızlığa düşmezse de, gayet azîm müşkilat ve tekellüfat ve çok uğraşmalar ve çalışmalar neticesinde ancak zaif bir suret elde edilebilir. Buna göre vücub tarafında tevehhüm edilen istib’ad ve istiğrab, burada imkân ve kesret canibinde hakiki, çok ve müteselsil muhallere inkılab ediyor. Muhallerden bir kısmı şunlardır:
1 - Her şeyde görünen gayet kâmilane olan nakış ve ittikan-ı san’atın zaruretiyle, Vâcib-ül Vücud’a has sıfatların her bir zerrede dahi bulunduğunu farzetmek.
2 - Aslâ ve kat’â şerik kabul etmeyen, yani hiç bir vechile muîn ve şeriklere muhtaç olmayan, belki aksiyle olursa, hakikat-ı saltanat-ı rububiyetini iskat edecek ve bozacak olan şerikleri red ve tardeden Vâcib-ül Vücud’un saltanatında gayr-ı mütenahî şeriklerin bulunduğunu tevehhüm etmek.
3 - Herşeydeki nizam-ı kâmilin iktiza ettiği zaruretle; her bir zerreyi bütün zerrata hâkim ve aynı zamanda ayrı ayrı hepsine mahkûm ve emirber ve hepsi hepsiyle her an beraber bulunduğunu farzetmek
Meselâ, bir zâbitin asker neferatına verdiği vaziyet ve istihsal ettiği netice ile; aynı bu vaziyetin alınması ve bu neticenin istihsali, başıboş kalan asker neferatına havale edildiği zamanki nisbeti gibidir. Veyahut bir fevvareden, yani artezyenden elde edilen fayda ve netice ile; müteferrik su damlalarına havale edilmesinin nisbeti gibidir. Veyahut nokta-i merkeziye ile kendi başına kalan daire etrafındaki noktaların nisbeti gibi olur.
Evet bir fiil-i vâhid ile, yani birlik yoluyla bu üç şeyler mezkûr vaziyet ve neticeleri kesretten tahsil ederler ki, neferat ve katarat ve noktalara havale edildiği zaman, imkânsızlığa düşer. Şayet imkânsızlığa düşmezse de, gayet azîm müşkilat ve tekellüfat ve çok uğraşmalar ve çalışmalar neticesinde ancak zaif bir suret elde edilebilir. Buna göre vücub tarafında tevehhüm edilen istib’ad ve istiğrab, burada imkân ve kesret canibinde hakiki, çok ve müteselsil muhallere inkılab ediyor. Muhallerden bir kısmı şunlardır:
1 - Her şeyde görünen gayet kâmilane olan nakış ve ittikan-ı san’atın zaruretiyle, Vâcib-ül Vücud’a has sıfatların her bir zerrede dahi bulunduğunu farzetmek.
2 - Aslâ ve kat’â şerik kabul etmeyen, yani hiç bir vechile muîn ve şeriklere muhtaç olmayan, belki aksiyle olursa, hakikat-ı saltanat-ı rububiyetini iskat edecek ve bozacak olan şerikleri red ve tardeden Vâcib-ül Vücud’un saltanatında gayr-ı mütenahî şeriklerin bulunduğunu tevehhüm etmek.
3 - Herşeydeki nizam-ı kâmilin iktiza ettiği zaruretle; her bir zerreyi bütün zerrata hâkim ve aynı zamanda ayrı ayrı hepsine mahkûm ve emirber ve hepsi hepsiyle her an beraber bulunduğunu farzetmek
Yükleniyor...