اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
zikrini tilâvet ediyor ve konuşuyorlar.
Şimdi geçen mücmel fıkraların tafsiline kulak ver!
İşte kâinatın mecmuan ve eczaen bütün mevcudat ve masnuatında görünen ve tezahür eden; birbirini andıran bir tanzimat, birbirine bakan nizamat, birbirine dayanan müvazeneler ise; bu kâinat kabza-i mizan ve nizamının tasarrufunda olan zatın vücub-u vücuduna delâlet ettiği gibi, mezkûr üç fiil olan tanzim, nizam ve müvazenedeki birbirine bakmak, birbirini andırmak, birbirine dayanmak olan keyfiyetler de şehadet eder ki; her şeyin mukannin ve üstad ve nazzamı birdir, vâhiddir. Bu ise matluba, yani (Cenab-ı Hakk’ın vücub ve vahdetine) bakan bir pencere açarlar. Kâinat o pencerede
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
lisanıyla şehadet eder.
Hem hane-i kâinattaki intizam ve ıttırad ise, bu haneye ve bu eve müteaddid ellerin karışmalarına mahal ve imkân olmadığına; ve bu hanede san’at ve nakış ve mülk ancak birinin olduğuna gayet kat’î ve bedihî delâlet ederler. Bu da yine başka bir tarzda Vâcib-ül Vücud’un vücub ve vahdetine bakan bir pencere açar. Kâinat onda
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
lisanıyla şehadet eder.
Hem, her şeyde Feyyaz-ı Mutlak’ın yed-i kudretinin kalemiyle o şeyin kabiliyet ve liyakatına göre yazılan şuurî bir itkan-ı san’at ve mükemmeliyet bulunması dahi, bunları yazan kalemin birliğine ve semavat sahifesini yıldızlarıyla, güneşleriyle yazan kâtib, arı ve karınca sahifesini hüceyratıyla, zerratıyla yazan aynı kâtib olduğuna delâlet ederler. Bu da yine vücub ve vahdet-i Sani’a bakan başka bir pencere, bir mişkat açarak; kâinat bu pencerede durup, bütün masnuat lisanlarıyla
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو
der, nida eder.
zikrini tilâvet ediyor ve konuşuyorlar.
Şimdi geçen mücmel fıkraların tafsiline kulak ver!
İşte kâinatın mecmuan ve eczaen bütün mevcudat ve masnuatında görünen ve tezahür eden; birbirini andıran bir tanzimat, birbirine bakan nizamat, birbirine dayanan müvazeneler ise; bu kâinat kabza-i mizan ve nizamının tasarrufunda olan zatın vücub-u vücuduna delâlet ettiği gibi, mezkûr üç fiil olan tanzim, nizam ve müvazenedeki birbirine bakmak, birbirini andırmak, birbirine dayanmak olan keyfiyetler de şehadet eder ki; her şeyin mukannin ve üstad ve nazzamı birdir, vâhiddir. Bu ise matluba, yani (Cenab-ı Hakk’ın vücub ve vahdetine) bakan bir pencere açarlar. Kâinat o pencerede
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
lisanıyla şehadet eder.
Hem hane-i kâinattaki intizam ve ıttırad ise, bu haneye ve bu eve müteaddid ellerin karışmalarına mahal ve imkân olmadığına; ve bu hanede san’at ve nakış ve mülk ancak birinin olduğuna gayet kat’î ve bedihî delâlet ederler. Bu da yine başka bir tarzda Vâcib-ül Vücud’un vücub ve vahdetine bakan bir pencere açar. Kâinat onda
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
lisanıyla şehadet eder.
Hem, her şeyde Feyyaz-ı Mutlak’ın yed-i kudretinin kalemiyle o şeyin kabiliyet ve liyakatına göre yazılan şuurî bir itkan-ı san’at ve mükemmeliyet bulunması dahi, bunları yazan kalemin birliğine ve semavat sahifesini yıldızlarıyla, güneşleriyle yazan kâtib, arı ve karınca sahifesini hüceyratıyla, zerratıyla yazan aynı kâtib olduğuna delâlet ederler. Bu da yine vücub ve vahdet-i Sani’a bakan başka bir pencere, bir mişkat açarak; kâinat bu pencerede durup, bütün masnuat lisanlarıyla
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو
der, nida eder.
Yükleniyor...