Demek hakikat-ı haşriyeyi tasdik ve kabul etmeyen kimse, sofestaî gibidir ki; kendi nefsinden başka kimseyi tanımayan ve kendini de ancak külâhıyla tanıyan, hattâ kalensüvetini başkasının başında gördüğü zaman, onu kendisidir diye zanneden meşhur Hebenneka’dan daha ahmaktır. Demek ki, münkirlerin fikri Hebenneka’nın külâhı gibidir.
Ey bu mes’elenin başından buraya kadar aklıyla ve fehmiyle benimle refakat eden arkadaş! Zannetme ki, dâr-ı âhiret ve haşrin delilleri yalnız şu geçen delillere münhasırdır, kellâ! Belki Kur’an-ı Hakîm, daha hesabsız ve adedsiz emarelere işaret eder ki, Hâlıkımız bizi şu muvakkat meşherden alıp saltanat-ı rububiyetinin daimî makarrına nakledecektir. Hem yine Ku’an hadsiz, hesapsız alâmetlerle telvih ediyor ki; Cenab-ı Allah(C.C.), şu seyyal ve seyyar memleketi o sermedî, müstemir memleketine tebdil edecektir.
Hem dahi zannetme ki, dâr-ı âhiret ve haşri iktiza eden esma-yı hüsna yalnız “Hakîm, Kerim, Rahim, Âdil ve Hafîz”e münhasırdır. Hâyır, belki tedbir ve idare-i kâinatta hükümferma bütün esma-i hüsna hepsi haşir ve âhireti iktiza eder, belki istilzam ederler.
Elhasıl: Haşir mes’elesi öyle bir mes’eledir ki, başta Cenab-ı Hak (C.C.), celalî ve cemalî tecellîleri ile ve bütün esma-i hüsnası ile ve enbiya, evliya ve asfiyaların kitablarının icmalarını tazammun eden Kur’an-ı Mübîn, bütün hakaikıyla ve bütün ervah-ı neyyire-i safiye-i âliye erbabı olan enbiya ve mürselînin ve bütün ehl-i keşif ve sıddîkînin sırr-ı itikadlarını hâmil ekmel-ül halk olan Muhammed-ül Emîn (Aleyhi ve Alâ Âlihis salâtü Vesselâm) bütün delâil-i nübüvvetiyle ve bu kâinat kitabı bütün âyât-ı beyyinatıyla haşrin üstünde ittifak etmişlerdir. Hattâ kâinat mevcudatının küll ve cüz’, küllî ve cüz’î herbirisinin iki vechi vardır ki, bir vechi ile kendi Hâlıkına bakar ki, bu vecihte pek çok diller o Halık’ın
Yükleniyor...