mahlukat olan insanın en büyük ve en ehemmiyetli amelleri hakkında olsa!..

Evet, çünkü insan, Rububiyetin külliyat-ı şuûnuna bir şâhid ve kesret dairelerinde vahdaniyet-i İlahiyeye bir dellal ve mevcudatın tesbihatına bir müşâhid ve bir zâbittir. Ve hakeza onun emanetle mükerrem ve hilafet gerdanlığıyla müşerref olmasına hadsiz, sayılamıyacak kadar delail vardır. İşte insan, bütün bu kadar ehemmiyetiyle beraber

اَيَحْسَبُ اْلاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًي

âyetinin fermanı gibi, bu insan zanneder mi ki; başı boş bırakılacak ve yarınki hesaba çekilmeyecek, kellâ! Belki, az-çok bütün amellerinden hesap vermek üzere haşir ve ebede gidecektir.

Evet, Cenab-ı Hakk’ın kudretine nisbeten kıyamet ve haşri getirmek, güz ve baharı getirmek kadar kolaydır. Çünkü bütün geçmiş zamanlardaki vuku’a gelmiş emirler, hâdiseler onun mu’cizat-ı kudreti olduğundan, kat’iyyen şehadet eder ki; maziyi ve ondaki vuku’atı icad eden zat, elbette müstakbelin de bütün imkânatına muktedirdir. (Âmennâ!)

VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlemin maliki, gayet kat’î ve mükerrer olarak haşir ve dâr-ı âhireti getireceğini va’detmiştir. Ve bunun icadı ise, kendisine gayet kolay ve âsandır. Ve va’dettiği şeyin vücud bulması, halk ve ibadına nihayet derece mühim ve gayet derece kıymetlidir. Halbuki hulf-ül vaad ise, onun izzet-i iktidarına ve merhamet-i Rububiyetine gayet zıddır. Çünkü va’dinde hulfetmek, önce cehlin, sonra acz’in neticesidir. Demek Kadir-i Mutlak ve Alim-i Mutlak hakkında hulf-ül vaad muhaldir. Hem haşrin bütün inkılablarıyla ve cennetleriyle icadı, ona bahar bahçelerinin ve tahavvülâtının icadından daha zor değildir. Amma onun va’d-i sübhanisi ise, bütün enbiyanın tevatürü ile ve bütün asfiyanın icma’ları ile kat’î ve sabit olduğu gibi, şu gelecek âyet dahi onun va’d-i Sübhanîsinin kuvvetini ilân ediyor, sen de işit:

اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلَي يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ

Yükleniyor...