Halbuki onun saltanatının medarı ve o saltanat’ın raiyeti gibi olan halk ve ibad ise; şu menzillerde her ân sefere hazır bir vaziyette toplanmış ve her zaman ondan çıkmak üzere ve o niyetle hazır bulunarak, bir sual ve cevab miktarı eğlenip beklemektedirler. Ve her an ve her vakit bir ayrılmak ve dağılmak hazırlığı içinde, bu meşherde muvakkat durmuşlardır.
İşte şu hal ise, bizzarure iktiza eder ki, bu mütegayyir meydan ve fanî menzil arkasında ve bu mütebeddil meşherden sonra; daimî kasırlar, ebedî meskenler ve şu aldatıcı nümunelerin en güzel asıllarıyla dolu müfettehat-ül ebvab hazineler bulunsun. Tâ ki, şu meşhud olan saltanat-ı sermediye, onların üstünde zevalsiz mukim kalsın. Çünkü elbette muhaldir ki; şu rububiyet-i muhteşeme bu fani ve zaif, zâil ve zelillerin üstünde devam etsin!..
Evet, nasılki edna bir şuuru bulunan bir adam, elbette şu hususta düşünüp hükmeder ve etmelidir ki; meselâ bir adam, yolunda giderken bir hana tesadüf ediyor. Bakar ki, bir melik-i kerim o hanı kendine doğru giden misafirlerinin yolunda yapmış. Sonra bakar ki, o melik, bir gecelik tenezzüh için o hanın tezyinatına milyonlar altunları sarfediyor. Sonra görür ki, o hanın ekser müzeyyenatı nümune ve suretlerdir. Sonra görürki, o misafirler, o aldatıcı nümunelerden tam zevklenmek istiyorlar. Halbuki bunlar ise, yemek için değil, tatmak içindirler. Çünkü hiçbir şeyden doymadan gidiyorlar. Hem herkes kendi hususî fotoğraf makinesiyle o hanın içindeki suretleri alıyor. Ve o melikin hizmetçileri de, gayet dikkatle misafirlerin suret-i muamelelerini alıp kaydediyorlar. Daha sonra bakıyor görüyor ki; o melik, hergün o hanın çok kıymetli olan müzeyyenatının ekserisini tahrib edip, yeni gelen misafirlere başka yeni tezyinatları yapıp gösteriyor.
İşte bu adam, iyi düşünüp şeksiz şüphesiz anlamalıdır ki; bu muvakkat han sahibinin elbette başka yüksek daimî menzilleri ve mahzûn gâlî bir serveti ve keremkâr azîm bir sehaveti vardır. ve O zat ise, bu şeylerin izharıyla irade ediyor ki; hanın içindeki misafirlerini kendi yanındaki asıllara teşvik etsin. Ve onlar için iddihar ettiği servetlere onları tergib etsin.
Aynen öyle de: Her insanın düşünmesi lâzımdır ki, bu dünya hanı da, ne kendi kendine bu sureti, bu şekli almış ve ne de dünya, dünya için (yani zatı için) yaratılmıştır. Belki ancak kafilelerin gelip konup,
İşte şu hal ise, bizzarure iktiza eder ki, bu mütegayyir meydan ve fanî menzil arkasında ve bu mütebeddil meşherden sonra; daimî kasırlar, ebedî meskenler ve şu aldatıcı nümunelerin en güzel asıllarıyla dolu müfettehat-ül ebvab hazineler bulunsun. Tâ ki, şu meşhud olan saltanat-ı sermediye, onların üstünde zevalsiz mukim kalsın. Çünkü elbette muhaldir ki; şu rububiyet-i muhteşeme bu fani ve zaif, zâil ve zelillerin üstünde devam etsin!..
Evet, nasılki edna bir şuuru bulunan bir adam, elbette şu hususta düşünüp hükmeder ve etmelidir ki; meselâ bir adam, yolunda giderken bir hana tesadüf ediyor. Bakar ki, bir melik-i kerim o hanı kendine doğru giden misafirlerinin yolunda yapmış. Sonra bakar ki, o melik, bir gecelik tenezzüh için o hanın tezyinatına milyonlar altunları sarfediyor. Sonra görür ki, o hanın ekser müzeyyenatı nümune ve suretlerdir. Sonra görürki, o misafirler, o aldatıcı nümunelerden tam zevklenmek istiyorlar. Halbuki bunlar ise, yemek için değil, tatmak içindirler. Çünkü hiçbir şeyden doymadan gidiyorlar. Hem herkes kendi hususî fotoğraf makinesiyle o hanın içindeki suretleri alıyor. Ve o melikin hizmetçileri de, gayet dikkatle misafirlerin suret-i muamelelerini alıp kaydediyorlar. Daha sonra bakıyor görüyor ki; o melik, hergün o hanın çok kıymetli olan müzeyyenatının ekserisini tahrib edip, yeni gelen misafirlere başka yeni tezyinatları yapıp gösteriyor.
İşte bu adam, iyi düşünüp şeksiz şüphesiz anlamalıdır ki; bu muvakkat han sahibinin elbette başka yüksek daimî menzilleri ve mahzûn gâlî bir serveti ve keremkâr azîm bir sehaveti vardır. ve O zat ise, bu şeylerin izharıyla irade ediyor ki; hanın içindeki misafirlerini kendi yanındaki asıllara teşvik etsin. Ve onlar için iddihar ettiği servetlere onları tergib etsin.
Aynen öyle de: Her insanın düşünmesi lâzımdır ki, bu dünya hanı da, ne kendi kendine bu sureti, bu şekli almış ve ne de dünya, dünya için (yani zatı için) yaratılmıştır. Belki ancak kafilelerin gelip konup,
Yükleniyor...