vücuduna kâfi gelirdi ki; her baharda o Cennet’in nümunelerini andıran hadsiz müzeyyen bahçeler icad eden bir Cevvad-ı Kerim’in cûdunu gözümüzle görüyoruz. Evet bahardaki bahçelerin icadı, Cennet’in icadından daha kolay olmadığı gibi, Cennet’in icadı da bunların icadından daha zor değildir.
Evet nasýlki o zat hakkýnda:
لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ
denilmesi hak ve lâyýktýr, hem de denilmiþtir. Öyle de onun hakkýnda (eðer Cennet ve saadet-i ebediyenin hadsiz esbab-ý mûcibesi olmasa idi dahi, tek senin duan ile, senin için Cennet’i halkedecektim) denilse müstehak ve lâyýktýr.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَي ذلِكَ الْحَبِيبِ الَّذِي هُوَ سَيِّدُ الْكَوْنَيْنِ
وَ فَخْرُ الْعَالَمَيْنِ وَ حَيَاةُ الدَّارَيْنِ وَوَسِيلَةُ السَّعَادَتَيْنِ
وَ ذُو الْجَنَاحَيْنِ وَ رَسُولُ الثَّقَلَيْنِ وَ عَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ
اَجْمَعِينَ وَ عَلَي اِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الْمُرْسَلِينَ آمِينَ
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlemin cereyan ve gidişatından görüyoruz ki; güneşler, kamerler, ağaçlar ve nehirlerin teshiri içinde muhteşem bir saltanatın âsârı hükmediyor. Ve bundan biliniyor ki; bu mevcudat mutasarrıfının muazzam bir Rububiyet içinde bir saltanat-ı muhteşemesi vardır. Halbuki bu dâr-ı dünya ise, sür’at-i tahavvül ve zevaliyle; bir hanın içinde, her gün dolup boşanan misafirler için hazırlanmış bir menzile benziyor. Ve bir imtihan meydanı gibi her vakit değişip tebeddül ediyor. Hem şurası, bu mevcudat sahibinin garaib-i san’atlarının enmuzeclerini ve ihsanatının nümunelerini göstermek için hazırlanmış, açılmış bir meşher gibidir. Ve bu meşher ise, her vakit tahavvül ediyor.
Evet nasýlki o zat hakkýnda:
لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ
denilmesi hak ve lâyýktýr, hem de denilmiþtir. Öyle de onun hakkýnda (eðer Cennet ve saadet-i ebediyenin hadsiz esbab-ý mûcibesi olmasa idi dahi, tek senin duan ile, senin için Cennet’i halkedecektim) denilse müstehak ve lâyýktýr.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَي ذلِكَ الْحَبِيبِ الَّذِي هُوَ سَيِّدُ الْكَوْنَيْنِ
وَ فَخْرُ الْعَالَمَيْنِ وَ حَيَاةُ الدَّارَيْنِ وَوَسِيلَةُ السَّعَادَتَيْنِ
وَ ذُو الْجَنَاحَيْنِ وَ رَسُولُ الثَّقَلَيْنِ وَ عَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ
اَجْمَعِينَ وَ عَلَي اِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الْمُرْسَلِينَ آمِينَ
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlemin cereyan ve gidişatından görüyoruz ki; güneşler, kamerler, ağaçlar ve nehirlerin teshiri içinde muhteşem bir saltanatın âsârı hükmediyor. Ve bundan biliniyor ki; bu mevcudat mutasarrıfının muazzam bir Rububiyet içinde bir saltanat-ı muhteşemesi vardır. Halbuki bu dâr-ı dünya ise, sür’at-i tahavvül ve zevaliyle; bir hanın içinde, her gün dolup boşanan misafirler için hazırlanmış bir menzile benziyor. Ve bir imtihan meydanı gibi her vakit değişip tebeddül ediyor. Hem şurası, bu mevcudat sahibinin garaib-i san’atlarının enmuzeclerini ve ihsanatının nümunelerini göstermek için hazırlanmış, açılmış bir meşher gibidir. Ve bu meşher ise, her vakit tahavvül ediyor.
Yükleniyor...