Hem de Sâni-i Zülcelal cemi’-i nekaisten münezzehtir. Zira nevakıs, mahiyet-i maddiyatın istidadsızlığından neş’et eder. Zat-ı Zülcelal maddiyattan mücerreddir, münezzehtir. Hem kâinatın mahiyat-ı mümkinesinden neş’et eden evsaf ve levazımatından mukaddestir.
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَي لِشِدَّةِ ظُهُورِهِ
سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّهِ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِهِ
Sual: Vahdet-ül vücudu nasıl görüyorsun?
Elcevab: Tevhidde istiğraktır. Ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esasen tevhid-i rububiyet ve tevhid-i uluhiyetten sonra, tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret, yani
لَا مُوÏثِّرَ فِي الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ
sonra vahdet-i idare, sonra vahdet-üş şuhud, sonra vahdet-ül vücud, sonra yalnız bir vücudu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor. Muhakkikîn-i sofiyenin müteşabihat hükmünde olan şatahatıyla istidlâl edilmez. Daire-i esbabı yırtıp çıkmayan ve te’sirinden kurtulmayan bir ruh, vahdet-ül vücuddan dem vursa, haddini tecavüz eder. Dem vuranlar, Vâcib-ül Vücud’a o kadar hasr-ı nazar etmişlerdir ki; mümkinattan tecerrüd ederek, yalnız bir vücudu, belki bir mevcudu görmüşler. Evet delil içinde neticeyi görmek, âlemde Sânii müşahede etmek; tarik-ı istiğrakkârane cihetiyle cedavil-i ekvanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi ve melekûtiyet-i eşyada sereyan-ı füyûzatı ve meraya-yı mevcudatta tecelli-i esma ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken, dîk-ı elfaz sebebiyle uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye tabir ettiler. Ehl-i fikir, o hakaik-ı zevkiyeyi nazarın mekayisine sıkıştırdığından, çok evham-ı bâtılaya menşe’ oldu. Maddeperver hükema ve zaif-ül itikad ehl-i nazarın vahdet-ül vücudu ile; evliyanın vahdet-ül vücudu, tamamen birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır:
Birincisi: Muhakkikîn-i Sofiye, Vâcib-ül Vücud’a o kadar hasr-ı nazar etmiş ve müstağrak olmuş ve ehemmiyet vermişler ki; onun
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَي لِشِدَّةِ ظُهُورِهِ
سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّهِ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِهِ
Sual: Vahdet-ül vücudu nasıl görüyorsun?
Elcevab: Tevhidde istiğraktır. Ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esasen tevhid-i rububiyet ve tevhid-i uluhiyetten sonra, tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret, yani
لَا مُوÏثِّرَ فِي الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ
sonra vahdet-i idare, sonra vahdet-üş şuhud, sonra vahdet-ül vücud, sonra yalnız bir vücudu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor. Muhakkikîn-i sofiyenin müteşabihat hükmünde olan şatahatıyla istidlâl edilmez. Daire-i esbabı yırtıp çıkmayan ve te’sirinden kurtulmayan bir ruh, vahdet-ül vücuddan dem vursa, haddini tecavüz eder. Dem vuranlar, Vâcib-ül Vücud’a o kadar hasr-ı nazar etmişlerdir ki; mümkinattan tecerrüd ederek, yalnız bir vücudu, belki bir mevcudu görmüşler. Evet delil içinde neticeyi görmek, âlemde Sânii müşahede etmek; tarik-ı istiğrakkârane cihetiyle cedavil-i ekvanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi ve melekûtiyet-i eşyada sereyan-ı füyûzatı ve meraya-yı mevcudatta tecelli-i esma ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken, dîk-ı elfaz sebebiyle uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye tabir ettiler. Ehl-i fikir, o hakaik-ı zevkiyeyi nazarın mekayisine sıkıştırdığından, çok evham-ı bâtılaya menşe’ oldu. Maddeperver hükema ve zaif-ül itikad ehl-i nazarın vahdet-ül vücudu ile; evliyanın vahdet-ül vücudu, tamamen birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır:
Birincisi: Muhakkikîn-i Sofiye, Vâcib-ül Vücud’a o kadar hasr-ı nazar etmiş ve müstağrak olmuş ve ehemmiyet vermişler ki; onun
Yükleniyor...