pek dolu hazineleri var olduğu anlaşılıyor. Meselâ o hazinelerin zarif sandukçalarından bir kısmı; şu nur ile dolu güneşler ve meyvelerle donatılmış ağaçlardır. İşte bu ebedî servetle birlikte şu sermedî sehavet, elbette iktiza ederler ki, ebedî bir dâr-ı ziyafet bulundursun. Ve içinde, enva-i hâcâta giriftar muhtaçların devam-ı vücudları olsun. Çünkü nihayetsiz bir kerem, nihayetsiz nimetlendirmek ve minnetlendirmek ister. Bu da nihayetsiz tena’um ve minnete kabil olanların vücudlarını ister. Bu da ikram olunan şahsın devam-ı vücudunu ister. Tâ ki tena’umunda devam edip, daimî bir minnetin şükrü ile mukabele etsin. Yoksa bütün bu in’am olunan nimetlerin, minnetlerin mukabilindeki şükür ve minnettarlık ise, yalnız her birinin kısa ömrünün geçici, zâil dakikalarına münhasır kalacak. Hem beraberinde devam ile arkadaşlık etmediği haysiyetiyle, onun hakkında buradaki in’amat dahi ehemmiyetsiz kalacak, belki gam ve kederlerin vasıtası olacaktır.
Ve keza şu ef’al-i hakîmane, kerimane fâilinin manevî ve gizli kemalâtı olup, o gizli kemalâtını takdirkâr ve istihsancıların başları üstünde teşhir etmek istediğini şu müzeyyen mu’cizat-ı masnuat ile tezahüratından anlaşılıyor. Evet, daimî olan bir kemalin daimî tezahür etmesi ve istihsankârların da nazarlarının devamını istemesi şanındandır. Demek, o daimi olan kemalâtla beraber devam etmeyen bir istihsancının nazar-ı muhabbetinde, o kemalâtın kıymeti sukut ediyor.
Hem dahi şu güzel, hoş, süslü, nuranî masnuatın Saniinde misilsiz, manevî, mücerred bir cemalin mehasini ve ona lâyık nazîrsiz, mahfî bir hüsnün letaifi vardır. Belki esmasının herbirisinde ki o münezzeh hüsnün, o mücerred cemalin cilvelerinde gizli defineler vardır.
Evet, bizim ukûlümüz nerede ve o daimî tecellâdar olan cemal sahibinin cilve-i cemalini fehmetmek nerede? İşte onun celevat-ı cemalinin bazı gölgelerini görmek istersen; onun kesif olan bazı ayinelerinden birisi yeryüzüdür ki; her asır, belki her mevsim, belki her vakit bize o daimî tecellâdar cemal-i mukaddesin cilvelerinin gölgelerini izhar ve tavsif ediyor. Ve onda ayinelerin birbiri arkasında değişmesi ile ve mazharların ardı sıra akışlarıyla o cemal teceddüd etmektedir. Bahar mevsimi de o cemalin nukuş ve çiçeklerinden ancak bir kısmını izhar eder.
Ve keza şu ef’al-i hakîmane, kerimane fâilinin manevî ve gizli kemalâtı olup, o gizli kemalâtını takdirkâr ve istihsancıların başları üstünde teşhir etmek istediğini şu müzeyyen mu’cizat-ı masnuat ile tezahüratından anlaşılıyor. Evet, daimî olan bir kemalin daimî tezahür etmesi ve istihsankârların da nazarlarının devamını istemesi şanındandır. Demek, o daimi olan kemalâtla beraber devam etmeyen bir istihsancının nazar-ı muhabbetinde, o kemalâtın kıymeti sukut ediyor.
Hem dahi şu güzel, hoş, süslü, nuranî masnuatın Saniinde misilsiz, manevî, mücerred bir cemalin mehasini ve ona lâyık nazîrsiz, mahfî bir hüsnün letaifi vardır. Belki esmasının herbirisinde ki o münezzeh hüsnün, o mücerred cemalin cilvelerinde gizli defineler vardır.
Evet, bizim ukûlümüz nerede ve o daimî tecellâdar olan cemal sahibinin cilve-i cemalini fehmetmek nerede? İşte onun celevat-ı cemalinin bazı gölgelerini görmek istersen; onun kesif olan bazı ayinelerinden birisi yeryüzüdür ki; her asır, belki her mevsim, belki her vakit bize o daimî tecellâdar cemal-i mukaddesin cilvelerinin gölgelerini izhar ve tavsif ediyor. Ve onda ayinelerin birbiri arkasında değişmesi ile ve mazharların ardı sıra akışlarıyla o cemal teceddüd etmektedir. Bahar mevsimi de o cemalin nukuş ve çiçeklerinden ancak bir kısmını izhar eder.
Yükleniyor...