müstemir, berkarar memlekete tebdil edeceğine hadsiz, hesapsız emareler vardır.
Aynen onun gibi; hiç bir vechile aslâ ve kat’â mümkün değildir ki; bu âlemi icad eden zat, öteki âlemi icad etmesin. Hem şu kâinatı yoktan var eden Fâtır, öteki kâinatı var etmesin. Hem şu dünyayı halkeden bir Sani’, öteki dünyayı halketmesin. Hâşâ ve kellâ! Zira ki, saltanat-ı Rububiyet, mutlaka mükâfat ve mücazat etmeyi iktiza eyler.
VE LÂSİYYEMÂ:
TENBİH: Onuncu Söz’de nasılki oniki Suret serdedildikten sonra, oniki aded Hakikatlar beyan ediliyor. Burada da şu Onikinci Lâsiyyema’dan itibaren temsilden hakikata geçtiği içindir ki; tarz-ı üslûb değişiyor. “Lasiyyema”nın örfen lâzımı olan “etmişse, yapmışsa, ederse” gibi tabirler gelmiyor. (Mütercim)
Şu dâr-ı dünya sahibinin pek büyük bir kereme sahib olduğu, gösterilen âsâr ile pek kat’î anlaşılmaktadır. Ve böyle bir kerem ise, güzel bir mükâfat vermek ve mükemmel bir ihsan etmek iktiza eder. Bunun yanında pek büyük bir izzeti de var olduğu anlaşılıyor. O ise, kemal-i gayreti ve şiddetli bir mücazatı iktiza eder. Halbuki o kerem ve o izzetin iktiza ettikleri ihsan ve gayrete layık bir surette bu dünya, binden birisine de mazhariyetten uzaktır.
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlem sahibinin her yeri ve herşeyi ihata eden vasi’ bir rahmeti vardır. İşte validelerdeki şefkat-i mutlaka, bu rahmetin letaifinden birisidir. Hattâ nebatî validelerin dahi, evlâdları olan meyvelerine, çiçeklerine karşı olan hizmetleri, yine bu rahmetin cilvesindendir. Hele hayvanat yavrularının, bilhassa zaiflerinin rızıklarındaki sühûlet, şayan-ı temaşa bir cilve-i rahmettir. İşte şu rahmet ise, kendine lâyık bir şekilde fazl u ihsan yapmak iktiza eder.
Şimdi bak! Bu zahir rahmetin muktezası nerede!.. ve sonra, o rahmet deryasının bir katresine bile yetmeyen bu fani dünyadaki şu kısa ömürde, lezzetleri kederlerle alûde olan bu zâil tena’umlar nerede? Belki dönmemek ve iade edilmemek üzere olan bir zeval ise, ni’metler nıkmetlere, şefkat musibete, muhabbet hirkate, aklı ikaba, lezzetleri elemlere döndürecek.. ve dolayısıyla hakikat-ı rahmet kendi aksine inkılâb edecektir. İşte o zaman, yeryüzünü ziyasıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek misillü bir mükâbere ile, göz önündeki şu rahmeti inkâr etmek lâzım gelir.
____________________________________
Aynen onun gibi; hiç bir vechile aslâ ve kat’â mümkün değildir ki; bu âlemi icad eden zat, öteki âlemi icad etmesin. Hem şu kâinatı yoktan var eden Fâtır, öteki kâinatı var etmesin. Hem şu dünyayı halkeden bir Sani’, öteki dünyayı halketmesin. Hâşâ ve kellâ! Zira ki, saltanat-ı Rububiyet, mutlaka mükâfat ve mücazat etmeyi iktiza eyler.
VE LÂSİYYEMÂ:
TENBİH: Onuncu Söz’de nasılki oniki Suret serdedildikten sonra, oniki aded Hakikatlar beyan ediliyor. Burada da şu Onikinci Lâsiyyema’dan itibaren temsilden hakikata geçtiği içindir ki; tarz-ı üslûb değişiyor. “Lasiyyema”nın örfen lâzımı olan “etmişse, yapmışsa, ederse” gibi tabirler gelmiyor. (Mütercim)
Şu dâr-ı dünya sahibinin pek büyük bir kereme sahib olduğu, gösterilen âsâr ile pek kat’î anlaşılmaktadır. Ve böyle bir kerem ise, güzel bir mükâfat vermek ve mükemmel bir ihsan etmek iktiza eder. Bunun yanında pek büyük bir izzeti de var olduğu anlaşılıyor. O ise, kemal-i gayreti ve şiddetli bir mücazatı iktiza eder. Halbuki o kerem ve o izzetin iktiza ettikleri ihsan ve gayrete layık bir surette bu dünya, binden birisine de mazhariyetten uzaktır.
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlem sahibinin her yeri ve herşeyi ihata eden vasi’ bir rahmeti vardır. İşte validelerdeki şefkat-i mutlaka, bu rahmetin letaifinden birisidir. Hattâ nebatî validelerin dahi, evlâdları olan meyvelerine, çiçeklerine karşı olan hizmetleri, yine bu rahmetin cilvesindendir. Hele hayvanat yavrularının, bilhassa zaiflerinin rızıklarındaki sühûlet, şayan-ı temaşa bir cilve-i rahmettir. İşte şu rahmet ise, kendine lâyık bir şekilde fazl u ihsan yapmak iktiza eder.
Şimdi bak! Bu zahir rahmetin muktezası nerede!.. ve sonra, o rahmet deryasının bir katresine bile yetmeyen bu fani dünyadaki şu kısa ömürde, lezzetleri kederlerle alûde olan bu zâil tena’umlar nerede? Belki dönmemek ve iade edilmemek üzere olan bir zeval ise, ni’metler nıkmetlere, şefkat musibete, muhabbet hirkate, aklı ikaba, lezzetleri elemlere döndürecek.. ve dolayısıyla hakikat-ı rahmet kendi aksine inkılâb edecektir. İşte o zaman, yeryüzünü ziyasıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek misillü bir mükâbere ile, göz önündeki şu rahmeti inkâr etmek lâzım gelir.
____________________________________
Yükleniyor...