memlekettedir. Ve şu meydan-ı imtihandaki menziller ise, ancak muvakkat bir zaman içindirler. Elbette bir gün gelir; bunlar tahrib edilip, daimî kasırlar ve saraylara tebdil edilecektir. Zira şunun gibi bir saltanat-ı muhteşeme-i müstekarra; bu geçici, boş, kararsız, seyyal umûrlar üzerinde durulmaz ve kurulmaz.
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, o meydan-ı ekberin çok misallerini, nümunelerini şu muvakkat meydanda her zaman izhar ederse, elbette anlaşılır ki; buradaki şu toplanmalar ve dağılmalardan müşahede edilen bu vaziyetin kendisi maksud-u bizzat değildir ve olamaz. Belki ancak başka bir mecma-i ekberde, muamelelerin üzerlerinde devam etmesi ve dönmesi için suretleri alınsın ve neticeleri muhafaza edilsin ve her şey kaydedilsin diye birer temsil ve takliddirler.. ve o mahzargâh-ı mahşerde müşahede ve muhasebeler, bu temsil ve taklidler üzerinde yapıldıktan sonra, o fani misaller sabit suretleri ve baki semereleri meyve verirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, bu zâil menzillerde, bu hâil meydanlarda ve şu geçici meşherlerde bâhir bir hikmetin, zâhir bir inayetin, âlî bir adaletin ve geniş bir merhametin âsârını izhar ederse! O derece ki, az bir basireti olan herkes yakînen anlar ki; onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve onun inayetinden daha ecmel bir inayet ve onun merhametinden daha eşmel bir merhamet ve onun adaletinden daha ecell bir adalet olamaz.
İşte eğer bu melik-i zîşanın daire-i memleketinde şu hikmet, inayet, merhamet ve adaletin hakikatlarının tezahürleri için daimî, âlî mekânlar ve kıymetli, gâlî meskenler ve ebedî, mukîm sâkinler olmazsa ve bulunmazsa; o zaman şu meşhud olan hikmeti inkâr etmek ve şu gözle görülen adaleti inkâr etmek ve şu göz önündeki merhameti inkâr etmek ve şu meşhud olan adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem şu kerîmane, hakîmane fiiller sahibinin(haşa!) sefih bir oyuncu ve gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek icab eder. Bu ise, hakikatların kendi zıdlarına inkılabını istilzam eder. Halbuki hem eşyayı, hem kendi vücudlarını inkâr eden sofestaîlerden başka bütün ehl-i akılca inkılab-ı hakaik bil’ittifak muhaldir. Ve hakeza hadsiz, hesabsız delillerden kat’î anlaşılıyor ki; o melik-i zîşan, raiyetini bu muvakkat menzillerden alıp saltanatının makarr-ı daimîsine nakledeceğine, hem bu seyyar memleketi de o
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, o meydan-ı ekberin çok misallerini, nümunelerini şu muvakkat meydanda her zaman izhar ederse, elbette anlaşılır ki; buradaki şu toplanmalar ve dağılmalardan müşahede edilen bu vaziyetin kendisi maksud-u bizzat değildir ve olamaz. Belki ancak başka bir mecma-i ekberde, muamelelerin üzerlerinde devam etmesi ve dönmesi için suretleri alınsın ve neticeleri muhafaza edilsin ve her şey kaydedilsin diye birer temsil ve takliddirler.. ve o mahzargâh-ı mahşerde müşahede ve muhasebeler, bu temsil ve taklidler üzerinde yapıldıktan sonra, o fani misaller sabit suretleri ve baki semereleri meyve verirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, bu zâil menzillerde, bu hâil meydanlarda ve şu geçici meşherlerde bâhir bir hikmetin, zâhir bir inayetin, âlî bir adaletin ve geniş bir merhametin âsârını izhar ederse! O derece ki, az bir basireti olan herkes yakînen anlar ki; onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve onun inayetinden daha ecmel bir inayet ve onun merhametinden daha eşmel bir merhamet ve onun adaletinden daha ecell bir adalet olamaz.
İşte eğer bu melik-i zîşanın daire-i memleketinde şu hikmet, inayet, merhamet ve adaletin hakikatlarının tezahürleri için daimî, âlî mekânlar ve kıymetli, gâlî meskenler ve ebedî, mukîm sâkinler olmazsa ve bulunmazsa; o zaman şu meşhud olan hikmeti inkâr etmek ve şu gözle görülen adaleti inkâr etmek ve şu göz önündeki merhameti inkâr etmek ve şu meşhud olan adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem şu kerîmane, hakîmane fiiller sahibinin(haşa!) sefih bir oyuncu ve gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek icab eder. Bu ise, hakikatların kendi zıdlarına inkılabını istilzam eder. Halbuki hem eşyayı, hem kendi vücudlarını inkâr eden sofestaîlerden başka bütün ehl-i akılca inkılab-ı hakaik bil’ittifak muhaldir. Ve hakeza hadsiz, hesabsız delillerden kat’î anlaşılıyor ki; o melik-i zîşan, raiyetini bu muvakkat menzillerden alıp saltanatının makarr-ı daimîsine nakledeceğine, hem bu seyyar memleketi de o
Yükleniyor...