Yedinci Fıkra
سِكَّتُهُ فِي ذَاكَ فِي الْكُلِّ وَالْاَجْزَاءِ خَاتَمُهُ فِي هٰذَا فِي الْجِسْمِ وَ الْاَعْضَاءِ
Meali şudur: Sani’-i Zülcelal âlem-i ekberin hey’et-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi; bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur.
Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hatem-i vahdaniyet bastığı gibi, herbir azasında dahi, birer mühr-ü vahdeti vardır. Evet o Kadir-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki; O’na şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki, O’na delâlet eder. Şu hakikat-ı uzma, Yirmiikinci Söz’de ve Otuzüçüncü Mektub’un otuzüç aded penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve isbat edildiğinden onlara havale edip, sözü keser, burada hâtime veririz.
İşte bütün bunlara bak ve de:
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْقَادِرُ الْمُقِيمُ
هُوَ الْبَارِيُÎ الْعَلِيمُ هُوَ اللَّطِيفُ الْكَرِيمُ هُوَ الْوَدُودُ الرَّحِيمُ
هُوَ الْجَمِيلُ الْعَظِيمُ هُوَ النَّقَّاشُ الْعَالِمُ
Eğer şu âlemin tarifini bilmek istersen; yani küllü, eczası nedir? Nedir şu kâinat? Nev’i ve cüz’iyatı hasebiyle neyin nesidir? Nenin manasıdır? Ve hakeza, bilmek istersen, bak! İşte: âlem ve kâinat ile müsemma şu mahluk-u Sübhanî, küllen ve cüz’en, baştan başa esma-i hüsna sahibi bir Zat-ı Celil ve Cemil’in kanun-u kazasının çizgileridir ve kaderinin bilançolarıdır. Bu iki kanun ise, zerratın tanziminde gayât ve semeratın tayininde hey’et ve suretlerin takdirinde daima mütecellidirler. Sonra, tayin-i hudud, mikdar-ı kudud için (yani herşeyin kamet ve kabiliyetinin hududunu tayin için) manevî kroki ve bilançoların
سِكَّتُهُ فِي ذَاكَ فِي الْكُلِّ وَالْاَجْزَاءِ خَاتَمُهُ فِي هٰذَا فِي الْجِسْمِ وَ الْاَعْضَاءِ
Meali şudur: Sani’-i Zülcelal âlem-i ekberin hey’et-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi; bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur.
Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hatem-i vahdaniyet bastığı gibi, herbir azasında dahi, birer mühr-ü vahdeti vardır. Evet o Kadir-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki; O’na şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki, O’na delâlet eder. Şu hakikat-ı uzma, Yirmiikinci Söz’de ve Otuzüçüncü Mektub’un otuzüç aded penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve isbat edildiğinden onlara havale edip, sözü keser, burada hâtime veririz.
İşte bütün bunlara bak ve de:
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْقَادِرُ الْمُقِيمُ
هُوَ الْبَارِيُÎ الْعَلِيمُ هُوَ اللَّطِيفُ الْكَرِيمُ هُوَ الْوَدُودُ الرَّحِيمُ
هُوَ الْجَمِيلُ الْعَظِيمُ هُوَ النَّقَّاشُ الْعَالِمُ
Eğer şu âlemin tarifini bilmek istersen; yani küllü, eczası nedir? Nedir şu kâinat? Nev’i ve cüz’iyatı hasebiyle neyin nesidir? Nenin manasıdır? Ve hakeza, bilmek istersen, bak! İşte: âlem ve kâinat ile müsemma şu mahluk-u Sübhanî, küllen ve cüz’en, baştan başa esma-i hüsna sahibi bir Zat-ı Celil ve Cemil’in kanun-u kazasının çizgileridir ve kaderinin bilançolarıdır. Bu iki kanun ise, zerratın tanziminde gayât ve semeratın tayininde hey’et ve suretlerin takdirinde daima mütecellidirler. Sonra, tayin-i hudud, mikdar-ı kudud için (yani herşeyin kamet ve kabiliyetinin hududunu tayin için) manevî kroki ve bilançoların
Yükleniyor...