onunla o mu’cizat-ı san’atına ve o bedi’ kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. Hiç mümkün müdür ki: Şu mescid-i kebirin içindeki sâcidlerin, âbidlerin ma’bud-u hakikileri; o Sani-i Vâhid-i Ehad’den başkası olabilsin?
Üçüncü Fıkra
اِنْشَاوÎهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِلْكًا بِنَاءُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا
Meali şudur ki: O Malik-ül Mülk-i Zülcelal âlem-i ekberi, bahusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz daireler olup, herbir daire bir tarla hükmünde olup; vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır eker, biçer, mahsulât alır. ;Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri, enva’ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi; gaybî, uhrevî, misalî ve manevî âlemlerine gönderir. Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz def’a, bin def’a kudretiyle doldurup, hikmetiyle boşalttırıyor. Daha küçük bir daire olan bir zîhayatı, meselâ bir ağacı, bir insanı, yüz defa onun kadar, ondan mahsulât alır.
Demek o Malik-ül Mülk-i Zülcelal; küçük büyük, cüz’î küllî herşeyi birer model hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san’atı onlara giydirir; cilve-i esmasını, mu’cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde herbir şeyi, birer sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede yüzer tarzda manidar mektubatını yazar, hikmetinin âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. Şu âlem-i ekberi mülk şeklinde inşa etmekle beraber, şu insanı dahi öyle bir surette halketmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa nefis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve da’va vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hükmüne getirmiştir.
Üçüncü Fıkra
اِنْشَاوÎهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِلْكًا بِنَاءُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا
Meali şudur ki: O Malik-ül Mülk-i Zülcelal âlem-i ekberi, bahusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz daireler olup, herbir daire bir tarla hükmünde olup; vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır eker, biçer, mahsulât alır. ;Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri, enva’ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi; gaybî, uhrevî, misalî ve manevî âlemlerine gönderir. Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz def’a, bin def’a kudretiyle doldurup, hikmetiyle boşalttırıyor. Daha küçük bir daire olan bir zîhayatı, meselâ bir ağacı, bir insanı, yüz defa onun kadar, ondan mahsulât alır.
Demek o Malik-ül Mülk-i Zülcelal; küçük büyük, cüz’î küllî herşeyi birer model hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san’atı onlara giydirir; cilve-i esmasını, mu’cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde herbir şeyi, birer sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede yüzer tarzda manidar mektubatını yazar, hikmetinin âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. Şu âlem-i ekberi mülk şeklinde inşa etmekle beraber, şu insanı dahi öyle bir surette halketmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa nefis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve da’va vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hükmüne getirmiştir.
Yükleniyor...