İşte hiç mümkün müdür ki: Pek büyük olan âlem-i zerrattan, tâ bir sineğe kadar bütününü mülk ve tarla yapan ve küçük insanı, o büyük mülke nâzır ve müfettiş ve çiftçi ve tüccar ve dellal ve âbid ve memlûk yaptıran ve kendine muhterem bir misafir ve sevgili bir muhatab ittihaz eden o Malik-ül Mülk-i Zülcelal’den başka, o mülke tasarruf edip, o memluke seyyid olabilsin?

Dördüncü Fıkra

صَنْعَتُهُ لِذَاكَ تَظَاهَرَةْ كِتَابًا صِبْغَتُهُ لِهٰذَا تَزَاهَرَةْ خِطَابًا

Meali şudur ki: Sani’-i Zülcelal’in âlem-i ekberdeki san’atı o derece manidardır ki; o san’at, bir kitab suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer hakikî fenn-i hikmet kütübhanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatla bağlı ve hakikattan meded alıyor ki; büyük Kitab-ı Mübin’in bir nüshası olan Kur’an-ı Hakîm şeklinde ilan edildi. Hem nasılki kâinattaki san’atı, kemal-i intizamından kitab şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti dahi, hitab çiçeğini açtı. Yani o san’at, o derece manidar ve hassas ve güzeldir ki; o makine-i zîhayattaki cihazatı fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye vermiş ki; o maddî, cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayatdar olan beyan ve hitab çiçeğini açtı. Ve o insan kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvî cihazat ve istidad verdi ki; Sultan-ı Ezelî’ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki sıbga-i Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen bütün mevcudattaki san’ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad’den başkası karışabilsin.… Hâşâ!..

Yükleniyor...