Birinci Fıkra



(1) Muazzam bir hakikat-ı tevhidiyeye işaret eden şu Arabî ibareleri, Hazret-i Müellif’in Yirminci Mektub’un İkinci Makamı’nın Dördüncü Kelimesi olan

(2)

لَهُ الْمُلْكُ

(3) bölümünde, cümle cümle takti’ ederek şerh ve beyan ettiğinin aynısını burada yazmayı en münasib gördük. O hakikat “Yedi Fıkra” halinde şerhedilmiştir. Buradan ta Yedinci Fıkra’nın sonunda “hatime veririz” cümlesine kadar Hazret-i Üstad’ın şerh ve tercümesidir. (Mütercim)

ذَاكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ وَ هٰذَا الْعَالَمُ الصَّغِيرُ مَصْنُوعَا قُدْرَتِهِ مَكْتُوبَا قَدَرِهِ

Yani: Kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musaggarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. Evet kâinattaki san’at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta nümunesi insanda vardır. O daire-i kübrada san’at, Sani-i Vâhid’e şehadet ettiği gibi; şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebinî san’at dahi o Sani’a işaret eder, vahdetini gösterir. Hem nasılki şu insan gayet manidar bir mektub-u Rabbanîdir, muntazam bir kaside-i kaderdir.. öyle de şu kâinat dahi, aynı o kalem-i kader ile, fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kaside-i kaderdir. Hiç mümkün müdür ki; hadsiz alâmet-i farika ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete; Ve bütün mevcudatı omuz omuza, el ele, baş başa veren kâinat üstündeki hatem-i vahdaniyete, Vâhid-i Ehad’den başka bir şey’in müdahalesi bulunsun?!.

İkinci Fıkra

اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِدًا اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ عَابِدًا

Meâli şudur: Sani-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bir surette halkedip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki; kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş; Ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip, ona akıl vererek,

____________________________________

Yükleniyor...