Şu gelen parça:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاةُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ

وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

âyetinin şecere-i nuraniyesinden bir tomurcuktur ki, bir bahar mevsiminde ağaçlardan çiçeklerin zuhur ve inkişafı vaktinde, cezbemi heyecana getiren o andaki, onları seyr ü temaşam esnasında onların tesbihatını tefekküre daldım. Başkası için değil, kendim için şu gelecek tesbihat-ı fikriye ile tekellüme başladım. O tekellümat-ı tesbihiyenin bazısı şiir değil, fakat şiire benzer tarzda bir nevi kafiye ile cezbenin raksı şeklinde tulu’ etti. Yok, belki cezbe-i fikir içinde zikir kafiyesi bu şekil zuhur etti.



(1) Maatteessüf benim kasır ve kısır tercümem, metn-i Arabîsindeki pek yüksek, çok parlak, âlî ve gâlî üslubu muhafaza etmek değil, yalnız maanisindeki hakikatlarını olsun bile lâyıkıyla Türkçe’ye aktaramadı. Kariînden özür dilerim. (Mütercim)



İşte:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

Hamdolsun o Allah’a ki, her bir şey, kendi kelimat-ı mahsusasıyla onu takdis ve tesbih eyler. O kelimat-ı tesbihiye ki, âdeta işitilircesine göz önünde meşhuddur. Meselâ nurlar, nehirler ve bulutlar; ziya, ma’ ve havanın kelimeleridirler. Ve daha bunlara herşeyi kıyas et!

Takdis ederiz o zatı ki, ziya kendi envarıyla; Su ve hava, nehirleri ve bulutlarıyla; Toprak ve nebat, taşları ve çiçekleriyle; cevv-i hava ve ağaçlar, kendi tuyûr ve semeratıyla; Bulut ve gökler de yağmurları ve aylarıyla O’nu tesbih ederler.

Demek ziyanın parıldaması, Cenab-ı Rabb-i İzzet tarafından bir tenvirdir, bir teşhirdir. Havanın dalgalanması ise, elbette onun tasrifiyle ve tavzifiyledir. Suların yerden kaynamaları da, ancak onun teshir ve

____________________________________

Yükleniyor...