yalnız senin safsatalarınla hasıl olan bir sarhoşluk haletiyle aldanabilir. Sarhoşluk ise devam etmez.
Evet, saadet-i hayat diye tesmiye ettiğin mezkûr vaziyetteki hal, her cihetçe şekavet hayatıdır. Ancak bir şart ile zâhirî bir saadet olabilir ki, O da alel-ıtlak ölümü ya defetmek veya unutmakla; aczi, ya kaldırmak veya gurur-u mutlaka düşmekle; fakrı ya defetmek veya tam bir deliliğe düşmekle; hem dünyada ebedilik ve hulûdun devamını, ya te’min etmek veya feleğin çarkını durdurmakla mümkün olabilir. Yoksa yok.
Cenab-ı Hak bizi ve sizi; gaflet uykusunun en derin tabakalarına dalmanın içindeki yakaza-i kâzibeyi, intibah zannettikleri olan nevm-i gafletten uyandırsın!. Ve bana ve size münevverlik, aydınlık tevehhüm ettikleri cünun-u mutlaktan ifakat buyursun âmîn!..
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil, bak ve gör ki: Sani-i Kadir, ruy-i zemin sathında hayvanat ve nebatattan nasıl milyonlarca âlemleri dercetmiş.. Öyleki, o âlemlerden herbirisi, birer deniz gibi iken, tavzif için katreler halini almıştır. Meselâ karınca taifesinin, ruy-i zemini küçücük hayvanat cenazelerinden temizlemek için tavzifi gibi… Hem o katreler zemin yüzünü baştan başa âdeta bir tabaka halinde kaplamış; veyahut küllî-i zû cüz’iyata dönen küll-ü zû ecza gibi bir vaziyet almışlardır. Bak; nasıl su, hava, ziya ve toprak, hususan kar, bunların herbirisi âdeta emr-i İlahînin vahdetine veya o vahdani olan emrin telakkisine karşı temsil-i vazife için denize kesilmiş katrelerdir gör. Ve bu dört şeyin(unsurun) eczaları, âdeta kendi o yek vücud olmuş unsurlarının meş’ur, ma’lûm ve muvazzaf külliyatıdır da, o gayr-ı mahsur âlemler içiçe girmiş ve her hepsi birbiriyle ihtilat ve iştibâk peyda eylemişlerdir. Hal böyle iken Sani-i Hakîm, o âlemlerin herbir katresini mahsus şahsiyetiyle ve müşahhas levazımatıyla birbirinden ayırmış, âdeta nihayet ihtilat içinde, son derece bir imtiyaz izhar eylemiştir. Hem öyle ki; meselâ, karınca veya sinek âlemini, ona mahsus bir keyfiyetle icad edip sair zîhayatların âlemleri ortasına vaz’eder. Sonra da muayyen ve hâs bir imate ile onu oradan koparıp kaldırıyor. Âdeta sath-ı arz, meselâ yalnız karıncanın vatanı imiş gibi ne hayat-ı hususiyesi, ne de mahsus olan mematı teşevvüşe
Evet, saadet-i hayat diye tesmiye ettiğin mezkûr vaziyetteki hal, her cihetçe şekavet hayatıdır. Ancak bir şart ile zâhirî bir saadet olabilir ki, O da alel-ıtlak ölümü ya defetmek veya unutmakla; aczi, ya kaldırmak veya gurur-u mutlaka düşmekle; fakrı ya defetmek veya tam bir deliliğe düşmekle; hem dünyada ebedilik ve hulûdun devamını, ya te’min etmek veya feleğin çarkını durdurmakla mümkün olabilir. Yoksa yok.
Cenab-ı Hak bizi ve sizi; gaflet uykusunun en derin tabakalarına dalmanın içindeki yakaza-i kâzibeyi, intibah zannettikleri olan nevm-i gafletten uyandırsın!. Ve bana ve size münevverlik, aydınlık tevehhüm ettikleri cünun-u mutlaktan ifakat buyursun âmîn!..
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil, bak ve gör ki: Sani-i Kadir, ruy-i zemin sathında hayvanat ve nebatattan nasıl milyonlarca âlemleri dercetmiş.. Öyleki, o âlemlerden herbirisi, birer deniz gibi iken, tavzif için katreler halini almıştır. Meselâ karınca taifesinin, ruy-i zemini küçücük hayvanat cenazelerinden temizlemek için tavzifi gibi… Hem o katreler zemin yüzünü baştan başa âdeta bir tabaka halinde kaplamış; veyahut küllî-i zû cüz’iyata dönen küll-ü zû ecza gibi bir vaziyet almışlardır. Bak; nasıl su, hava, ziya ve toprak, hususan kar, bunların herbirisi âdeta emr-i İlahînin vahdetine veya o vahdani olan emrin telakkisine karşı temsil-i vazife için denize kesilmiş katrelerdir gör. Ve bu dört şeyin(unsurun) eczaları, âdeta kendi o yek vücud olmuş unsurlarının meş’ur, ma’lûm ve muvazzaf külliyatıdır da, o gayr-ı mahsur âlemler içiçe girmiş ve her hepsi birbiriyle ihtilat ve iştibâk peyda eylemişlerdir. Hal böyle iken Sani-i Hakîm, o âlemlerin herbir katresini mahsus şahsiyetiyle ve müşahhas levazımatıyla birbirinden ayırmış, âdeta nihayet ihtilat içinde, son derece bir imtiyaz izhar eylemiştir. Hem öyle ki; meselâ, karınca veya sinek âlemini, ona mahsus bir keyfiyetle icad edip sair zîhayatların âlemleri ortasına vaz’eder. Sonra da muayyen ve hâs bir imate ile onu oradan koparıp kaldırıyor. Âdeta sath-ı arz, meselâ yalnız karıncanın vatanı imiş gibi ne hayat-ı hususiyesi, ne de mahsus olan mematı teşevvüşe
Yükleniyor...