Kayyum’un, Ehad-i Samed’in en yüksek, en kıymetli, en acib, en garib, en latif ve en şerif olan kudretinin mu’cizatıyla vücuda gelen bir hayatın hukukunun milyonlar cüz’ünden bir tek cüz’ü olmaya dahi az, küçük, denî ve hakir gelir. Belki hayatın muhafazası ve rahatlığından ibaret olan “hukuk-u hayat” ancak birinci gayeye bir vesile olmak haysiyetiyle ve vesilelikte kaldığı müddetçe, dünya hayatında onunla bir müşerrefiyettir. Fakat eğer o, vesilelikten maksud-u aslî makamına çıksa, o zaman zeval ile hebaen mensura gidip bütün bütün sukut edecektir.
Evet ey gafil! Acaba zannediyor musun ki; meselâ Nar meyvesinin acib san’atının gayesi, yalnız bir dakikalık lezzet için gafilane onu yemen ve çiğnemen olsun.. Kellâ!. Belki ancak o Nar meyvesi, başta mükevvin-i kâinat nazarına, sonra bütün kâinat enzarına manasını ifade eden yazılmış bir kelimedir. Manasını ifade ettikten sonra, vazifesi sona erer, oda vefat edip ağzından midene girer, defnolur. İşte bu gayeye zaman ve bekadan bir an-ı seyyale dahi kâfidir. Öyle ise, hiç bir şeyde israf ve abesiyet yoktur.
Hem dahi bil ki! Faik bir cemali bulunan herkesin, en hakikî lezzeti; kendi cemalini müşahede etmektir. Bu da iki tarzda olur:
Birisi: Bizzat kendi şuhuduyla görmek.. Diğeri: mahlukatına kendi masnuatını irae etmek suretiyle onları şâhid göstererek müşahede etmektir. Amma başkasını mülahaza etmek suretiyle, onlara nisbet ile hasıl olan bir tefevvukun lezzeti ise, gayr-ı zatîdir. Belki arazî ve zaif bir surettir. Ve umur-u nisbiye ve izafiyeye mahsus karışık bir şeydir.
Fakat lizatihî mahbub olan mücerred, sermedî bir kemal-i zatî ve cemal-i hakikî sahibi ki,
لَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلَي
hakikatıyla muttasıf olan bir zat, bize kendi Resulünün lisanından haber vermiştir ki:
اِنَّهُ خَلَقَ الْخَلْقَ لِيُعْرَفَ
Yani bütün mahlukatı aynalar tarzında tasvir etmiş, tâ ki, lizatihî ve bizatihî mahbub olan kendi mukaddes cemalinin tecelliyatını o aynalarda müşahede etsin.
Evet ey gafil! Acaba zannediyor musun ki; meselâ Nar meyvesinin acib san’atının gayesi, yalnız bir dakikalık lezzet için gafilane onu yemen ve çiğnemen olsun.. Kellâ!. Belki ancak o Nar meyvesi, başta mükevvin-i kâinat nazarına, sonra bütün kâinat enzarına manasını ifade eden yazılmış bir kelimedir. Manasını ifade ettikten sonra, vazifesi sona erer, oda vefat edip ağzından midene girer, defnolur. İşte bu gayeye zaman ve bekadan bir an-ı seyyale dahi kâfidir. Öyle ise, hiç bir şeyde israf ve abesiyet yoktur.
Hem dahi bil ki! Faik bir cemali bulunan herkesin, en hakikî lezzeti; kendi cemalini müşahede etmektir. Bu da iki tarzda olur:
Birisi: Bizzat kendi şuhuduyla görmek.. Diğeri: mahlukatına kendi masnuatını irae etmek suretiyle onları şâhid göstererek müşahede etmektir. Amma başkasını mülahaza etmek suretiyle, onlara nisbet ile hasıl olan bir tefevvukun lezzeti ise, gayr-ı zatîdir. Belki arazî ve zaif bir surettir. Ve umur-u nisbiye ve izafiyeye mahsus karışık bir şeydir.
Fakat lizatihî mahbub olan mücerred, sermedî bir kemal-i zatî ve cemal-i hakikî sahibi ki,
لَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلَي
hakikatıyla muttasıf olan bir zat, bize kendi Resulünün lisanından haber vermiştir ki:
اِنَّهُ خَلَقَ الْخَلْقَ لِيُعْرَفَ
Yani bütün mahlukatı aynalar tarzında tasvir etmiş, tâ ki, lizatihî ve bizatihî mahbub olan kendi mukaddes cemalinin tecelliyatını o aynalarda müşahede etsin.
Yükleniyor...