muztar kalırsın. Halbuki o katre, küçük bir mumu, bir lambayı dahi istiab edemezken, acaba âlemin lâmbası olan güneşi nasıl istiab edecektir?

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Mahlukatın taifeleri ve masnuatın sınıfları; Hazret-i Şâhid-i Celil-i Ezelî’nin nazarına arz ve zuhûr için gayet rekabet ve iştiyakla bezenip, süslenerek yarış edercesine müsabakakârane bir iştiyak ile hareket ettiklerini ehl-i tedkikçe açıkça müşahede olunmaktadır ki, o Şahid-i Celil-i Ezelî, onların hepsini, hem daima, hem bütün dakaik-ı mehasinleriyle müşahede etmektedir. Zira görüyoruz, masnuat öyle bir hey’et izhar ediyorlar ki; O vaziyet, nazar-ı dikkati ve istihsan ve hayreti celbedecek olan nihayetsiz ittikan-ı san’atın letaifini tazammun etmektedirler.

Demek anlaşılıyor ki; masnuatın bu süsleniş ve bezenişleri ve zuhura gelmek için müsabaka yolunda şu helaketli vaziyeti göstermeleri, elbette ve her halde lâyetenahî bir nazara kendilerini arzetmek için olabilir. İşte o nazar ise, ancak Şâhid-i Ezelî’nin nazarıdır ki; mahlukatı halketmiş, tâ ki onların muhtelif etvarlarının aynasında cemal ve celal ve kemalinin celevat-ı envarını müşahede etsin. Sonra da, o kenz-i hafî olan cilve-i esmasını irae etmekle kendini tanıttırmak üzere, onun üstünde zîşuur mahlukatı şâhid olarak istişhad etsin.

Şu halde herşeyin gayat-ı vücudunun en a’lâsı ve bütün zîhayatın hukuk-u hayatının en kıymetlisi; kendi Fâtır-ı Zülcelallerinin i’ta eylemiş olduğu üniforma ve nişanlarıyla süslenerek, esmasının âsârına mazhariyetle, onun nazarına görünmek ve zâhir olmaktır. Ve böylesi bir hayatın en tatlı lezzeti ise, kendi Fâtırının nazarına olan bu şuhudu şuuren hissedip bilmektir.

Amma mevcudatın, kendi ihvanı olan sair mahlukatın da nazarlarına görünmesi, hayatın ikinci bir gayesidir. Lakin bu gaye, evvelki gayeye nisbetle, bir mütenahînin, gayr-ı mütenahî olan bir şeye nisbeti gibidir.

Amma, insanlar arasında iştihar etmiş olan -hayatın hakkı- ki, bir nevi rahatlık ile beraber, hıfz-ı hayattır diye söylenen şey, Hayy-ı

Yükleniyor...