Hem muhtelif nevilerin efradı birbiri içinde gayet girift ve karışık oldukları halde; galatsız, karıştırmaksızın ayrı ayrı teşhis ve imtiyazları da gösterir ki; hiçbir sual, diğer bir sualden onu şaşırtmayan ve hiçbir fiil, diğer bir fiilden onu menedemeyen ve her şey her an onun daire-i nazarında hazır olan; hem her şeyin fevkinde olup her şeyi bütün şuunatıyla birlikte müşahede eden bir zata mahsustur.
Hem dahi aktar-ı zeminde münteşir olan bütün envaın efradları birbirinden nihayet uzaklıkta iken, suret ve teşkilce, icad ve vücudca nihayet derece muvafakatları, hattâ her bir nev’in bütün efradı bir tek müdebbirin emrini bekler gibi olan hal ve vaziyetleri vardır. İşte bu nevilerin ve efradlarının arasındaki kudretin faaliyeti ise, elbette bütün ruy-i zemin kabza-i tasarruf ve ilim ve hüküm ve hikmetinde bulunan bir zata mahsustur.
Hem nevilerin nihayet kesrette olan efradının tek tek mükemmeliyet-i hilkatları ve cüz’ cüz’ herbirisinin hüsn-ü icadları da öyle bir Kadir-i Mutlak’a hastır ki; zerrelerle yıldızlar, az ile çok ona nisbeten müsavidir. İşte, bu fıkraların her birisinde, herşey onun sun’u olduğunu gösteren birer âyet daha vardır.
O da şudur ki: Son derece sehavet ile tam iktisadlı ittikan arasında; ve nihayet sür’at ile son derece ölçülülük mabeyninde; ve gayet derece ucuzluk ve bolluk ile kıymetçe nihayet derece pahalılık arasında; ve gayet karışıklık ile tam imtiyaz mabeyninde olan tezaddır. Ve hakeza, her bir fıkra tek başıyla Ehadiyet hatemini izhara kâfi geldiği halde, acaba bütün bu fıkralar el ele verip ittihad ve içtima’ ederek iç içe bir tek faaliyet içinde vaziyet alsalar, nasıl ve ne derece hâtem-i Ehadiyeti izhar ederler; artık sen düşün!..
İşte bu hakikattan
وَلََ ِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰه
yani, münkir-i müteannidin aklını dikkate davet ile ondan sual edilse: Semavat ve arzı halkeden kimdir? Elbette ister istemez “Allah” demeye muztar kalacaktır.
***
Hem dahi aktar-ı zeminde münteşir olan bütün envaın efradları birbirinden nihayet uzaklıkta iken, suret ve teşkilce, icad ve vücudca nihayet derece muvafakatları, hattâ her bir nev’in bütün efradı bir tek müdebbirin emrini bekler gibi olan hal ve vaziyetleri vardır. İşte bu nevilerin ve efradlarının arasındaki kudretin faaliyeti ise, elbette bütün ruy-i zemin kabza-i tasarruf ve ilim ve hüküm ve hikmetinde bulunan bir zata mahsustur.
Hem nevilerin nihayet kesrette olan efradının tek tek mükemmeliyet-i hilkatları ve cüz’ cüz’ herbirisinin hüsn-ü icadları da öyle bir Kadir-i Mutlak’a hastır ki; zerrelerle yıldızlar, az ile çok ona nisbeten müsavidir. İşte, bu fıkraların her birisinde, herşey onun sun’u olduğunu gösteren birer âyet daha vardır.
O da şudur ki: Son derece sehavet ile tam iktisadlı ittikan arasında; ve nihayet sür’at ile son derece ölçülülük mabeyninde; ve gayet derece ucuzluk ve bolluk ile kıymetçe nihayet derece pahalılık arasında; ve gayet karışıklık ile tam imtiyaz mabeyninde olan tezaddır. Ve hakeza, her bir fıkra tek başıyla Ehadiyet hatemini izhara kâfi geldiği halde, acaba bütün bu fıkralar el ele verip ittihad ve içtima’ ederek iç içe bir tek faaliyet içinde vaziyet alsalar, nasıl ve ne derece hâtem-i Ehadiyeti izhar ederler; artık sen düşün!..
İşte bu hakikattan
وَلََ ِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰه
yani, münkir-i müteannidin aklını dikkate davet ile ondan sual edilse: Semavat ve arzı halkeden kimdir? Elbette ister istemez “Allah” demeye muztar kalacaktır.
Yükleniyor...