mutlakını izzet-i ecelli içinde kabul ederek nida ettiklerini bileceksin. Ve keza, mutlak ubudiyetleri lisanıyla onun Rububiyet-i mutlakasını nida ettiklerini göreceksin.
İşte insan bu manevî, ulvi yardımlaşma ile; hakaret ve küçüklük ve âcizliğin esfel-i safilîninden a’lâ-yı illiyyîn-i hilafete ve ona semavat ve arzın teshir edilmesiyle mükerremiyetin mertebe-i kabiliyetine terakki eyliyor.
***
اِعْلَمْ
Ey aziz birader bil ki: Bir şeyden uzaklaşan bir kimse, o şeye yakın olanın gördüğü kadar göremez. O uzak adam, isterse en şiddetli bir zeka ve en keskin bir nazar sahibi de olsa… Şu halde bu iki adam, o şeyin keyfiyeti hakkında muarazaları olduğunda, elbette ve mutlaka yakın olan kimse tercih edilmesi lazım.
İşte maddiyat içine dalan felasife-i Avrupaiye, İslâm ve iman ve Kur’an hakaikının makamından pek çok mertebeler ve uzun mesafeler uzakta olduklarından; elbette onların en büyük feylesofları dahi hakaikın derkinde, Kur’anın yalnız bir meal-i icmalîsini fehmedebilen amî bir mü’min ile de müsavi olamazlar. Ben böyle müşahede ettim ve vaki’ de budur.
Öyle ise deme: Şimşek ve buharın hasiyetini keşfeden bir adam, nasıl olur da esrar-ı hakkı ve envar-ı Kur’aniyeyi fehmetmesin?
Evet çünkü o, onun hakkı değildir. Zira onun aklı, gözündedir. Göz ise kalb ve ruhun gördüğünü göremez. Hususan maneviyattan uzaklık da beraber olsa; ve lasiyyema tabiata inkılab eden gaflet ile kalbin ölümü de varsa…
فَطَبَعَ اللّٰهُ عَلَي قُلُوبِهِمْ وَخَتَمَ عَلَي سَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ
(Yani: O takdirde Cenab-ı Hak, onların kalblerine derketmemeleri için mühür ve kulak ve gözleri üstüne işitip görmemeleri için de damga basmıştır.)
***
İşte insan bu manevî, ulvi yardımlaşma ile; hakaret ve küçüklük ve âcizliğin esfel-i safilîninden a’lâ-yı illiyyîn-i hilafete ve ona semavat ve arzın teshir edilmesiyle mükerremiyetin mertebe-i kabiliyetine terakki eyliyor.
اِعْلَمْ
Ey aziz birader bil ki: Bir şeyden uzaklaşan bir kimse, o şeye yakın olanın gördüğü kadar göremez. O uzak adam, isterse en şiddetli bir zeka ve en keskin bir nazar sahibi de olsa… Şu halde bu iki adam, o şeyin keyfiyeti hakkında muarazaları olduğunda, elbette ve mutlaka yakın olan kimse tercih edilmesi lazım.
İşte maddiyat içine dalan felasife-i Avrupaiye, İslâm ve iman ve Kur’an hakaikının makamından pek çok mertebeler ve uzun mesafeler uzakta olduklarından; elbette onların en büyük feylesofları dahi hakaikın derkinde, Kur’anın yalnız bir meal-i icmalîsini fehmedebilen amî bir mü’min ile de müsavi olamazlar. Ben böyle müşahede ettim ve vaki’ de budur.
Öyle ise deme: Şimşek ve buharın hasiyetini keşfeden bir adam, nasıl olur da esrar-ı hakkı ve envar-ı Kur’aniyeyi fehmetmesin?
Evet çünkü o, onun hakkı değildir. Zira onun aklı, gözündedir. Göz ise kalb ve ruhun gördüğünü göremez. Hususan maneviyattan uzaklık da beraber olsa; ve lasiyyema tabiata inkılab eden gaflet ile kalbin ölümü de varsa…
فَطَبَعَ اللّٰهُ عَلَي قُلُوبِهِمْ وَخَتَمَ عَلَي سَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ
(Yani: O takdirde Cenab-ı Hak, onların kalblerine derketmemeleri için mühür ve kulak ve gözleri üstüne işitip görmemeleri için de damga basmıştır.)
Yükleniyor...