اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Mü’minlerin beraberce yaptıkları ibadetlerinde ve cemaatla ettikleri dualarındaki tesanüd sırrının çok büyük bir sırrı ve cesim bir emri olup, ulu bir şana sahibdir. Zira o tesanüd ve o cemaat sırrıyla, her bir ferd-i mü’min, gayet muhkem yapılmış binalarda, betonlaşmış birer taş vaziyetini alırlar. Ve o zaman herbirisi kendi şahsî amelinden milyonlar defa ziyade, iman dairesindeki kardeşlerinden istifade eder.
İşte, eğer iman bağı mü’minleri hakkıyla nizama sokarsa, o zaman herbirisi diğerlerinin herbirisine ve hem hepsine birden, lasiyyema kendi reis ve re’slerine birer şefaatçi, duacı, rahmethan, ricacı, meddah ve tezkiyeci olurlar. Ve herbir ferd, sair kardeşlerinin saadetleriyle -aç bir anne, çocuğunun yemek lezzetiyle mütelezziz olduğu veya şefkatli bir kardeşin kendi öz kardeşinin saadetiyle mes’ud olması gibi- saadetlenir ve lezzet alır.
Hattâ şu miskin ve fani olan insan, bu gibi yüksek hasletler ile öyle bir mertebeye terakki edip çıkabilir ki; Hallak-ı Kâinat’ın ubudiyetine lâyık bir makam-ı istidada yükselebilir ve ebedî bir saadete kabiliyet peyda edebilir.
Şimdi Peygamber-i Zîşan’a (A.S.M.), dua ederken bak gör ki:
يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
diye münacat eder etmez, âdeta bütün ümmet:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيعَبْدِكَ وَحَبِيبِكَ مُحَمَّدٍ بَحْرِاَنْوَارِكَ
وَمَعْدَن اَسْرَارِكَ وَنَاشِرِ ذِكْرِكَ وَشُكْرِك وَدَلَّا لِ سَلْطَنَةِ رُبُوبِيَّتِكَ
dediklerini ve onu kendi Rabb-i Kerimlerinin yanında tezkiye ettiklerini, hem onu kendilerine rahmet olarak gönderen Zat-ı Rahim’e sevdirmeye çalıştıklarını, hem de onun şefaat-i uzmasını te’yid ettiklerini bileceksin. Ve keza kendi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlaklarının lisanıyla, Cenab-ı Ganiyy-i Mutlak’ın gına-yı mutlakını istigna-yı ekmeli içinde; ve cûd-u
Ey kardeş bil ki! Mü’minlerin beraberce yaptıkları ibadetlerinde ve cemaatla ettikleri dualarındaki tesanüd sırrının çok büyük bir sırrı ve cesim bir emri olup, ulu bir şana sahibdir. Zira o tesanüd ve o cemaat sırrıyla, her bir ferd-i mü’min, gayet muhkem yapılmış binalarda, betonlaşmış birer taş vaziyetini alırlar. Ve o zaman herbirisi kendi şahsî amelinden milyonlar defa ziyade, iman dairesindeki kardeşlerinden istifade eder.
İşte, eğer iman bağı mü’minleri hakkıyla nizama sokarsa, o zaman herbirisi diğerlerinin herbirisine ve hem hepsine birden, lasiyyema kendi reis ve re’slerine birer şefaatçi, duacı, rahmethan, ricacı, meddah ve tezkiyeci olurlar. Ve herbir ferd, sair kardeşlerinin saadetleriyle -aç bir anne, çocuğunun yemek lezzetiyle mütelezziz olduğu veya şefkatli bir kardeşin kendi öz kardeşinin saadetiyle mes’ud olması gibi- saadetlenir ve lezzet alır.
Hattâ şu miskin ve fani olan insan, bu gibi yüksek hasletler ile öyle bir mertebeye terakki edip çıkabilir ki; Hallak-ı Kâinat’ın ubudiyetine lâyık bir makam-ı istidada yükselebilir ve ebedî bir saadete kabiliyet peyda edebilir.
Şimdi Peygamber-i Zîşan’a (A.S.M.), dua ederken bak gör ki:
يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
diye münacat eder etmez, âdeta bütün ümmet:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيعَبْدِكَ وَحَبِيبِكَ مُحَمَّدٍ بَحْرِاَنْوَارِكَ
وَمَعْدَن اَسْرَارِكَ وَنَاشِرِ ذِكْرِكَ وَشُكْرِك وَدَلَّا لِ سَلْطَنَةِ رُبُوبِيَّتِكَ
dediklerini ve onu kendi Rabb-i Kerimlerinin yanında tezkiye ettiklerini, hem onu kendilerine rahmet olarak gönderen Zat-ı Rahim’e sevdirmeye çalıştıklarını, hem de onun şefaat-i uzmasını te’yid ettiklerini bileceksin. Ve keza kendi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlaklarının lisanıyla, Cenab-ı Ganiyy-i Mutlak’ın gına-yı mutlakını istigna-yı ekmeli içinde; ve cûd-u
Yükleniyor...