semeratı ise, ancak onun hissesi miktarınca ona hisse düşebilir. Çünki, bir şeyin vücud ve varlığına illet ve sebep olanlardan bir cüz’ün varlığı, küllün vücud bulmasına illet değildir.
İşte bak, burada Cenab-ı Hakk’ın kemal-i afv ve kemal-i fazlı görünüyor. Zira Cenab-ı Âdil-i Hakîm, şerri misliyle; hayrı ise, on misliyle cezalandırıyor, mükafatlandırıyor. Halbuki vaki’deki istihkak, kaziyenin aksine olması lâzımdır. Hem burada beşerin; vakiin aksiyle hükmetmesinin zulmü de görünmektedir.
***
اِعْلَمْ
Ey aziz bil ki! İnsan, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü ise, nefsini unutmaktır. Hele bilhassa nisyan-ı nefs, eğer işde, muamelede, hizmette, çalışmakta ve tefekkürde olursa dalalettir. Fakat netice ve gayelerde olsa kemaldir. Demek ehl-i dalalet ile ehl-i hidayet, nisyan ve tezekkürde birbiriyle müteakistirler.
Evet dâll olan kişi; işe, amele bakıldığı zaman ve vazifenin düsturları tatbik edildiği vakit, nefsini unutur da, nefsin dar geldiği firavunlaşmış enaniyetinin ve yaygın gururunun tatmini için nazarını afaka diker, kendini yüksek görür. Amma az çok, küçük büyük herşeyin netice ve gayelerinde ise, nefsini en öne sürer. Hattâ onun yanında nefsine ait olmayan bir şey, gaye değildir. Hem onun nazarında gayet-ül gaye yalnız zatını sevmek ve perestiş etmektir.
Amma nefsini tezkiyeye muvaffak olmuş hâdî olan zat ise, iş ve çalışma esnasında ve harekete geçiş ânında, yahut tefekkür işi zamanında herşeyden önce kendi nefsini düşünür de, âdeta bütün amel ve tefekkür için onun nefsi bir vâhid-i kıyasî ve bir mebde-i merkezî imiş gibi görür. Fakat netice ve garazlarda, faide ve maksadlarda ise, nefsini unutur, hiç hatırına getirmez. Âdeta sanki nefsi fanidir, yoktur ve hiçlik altına dâhildir.. Veyahut bir köledir de, her cihetle seyyidine ait olan vazifede yalnız ihlas ile seyyidi namına hizmet eder ve hiçbir şeyi istemek ve beklemekte hakkı yoktur telakki eder. Şayet efendisi ona birşey i’ta ederse, nefsi onu mahz-ı fazldan bilir.
(Cenab-ı Hak, bizi bu gibi hâdî kullarından eylesin, âmîn.)
***
İşte bak, burada Cenab-ı Hakk’ın kemal-i afv ve kemal-i fazlı görünüyor. Zira Cenab-ı Âdil-i Hakîm, şerri misliyle; hayrı ise, on misliyle cezalandırıyor, mükafatlandırıyor. Halbuki vaki’deki istihkak, kaziyenin aksine olması lâzımdır. Hem burada beşerin; vakiin aksiyle hükmetmesinin zulmü de görünmektedir.
اِعْلَمْ
Ey aziz bil ki! İnsan, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü ise, nefsini unutmaktır. Hele bilhassa nisyan-ı nefs, eğer işde, muamelede, hizmette, çalışmakta ve tefekkürde olursa dalalettir. Fakat netice ve gayelerde olsa kemaldir. Demek ehl-i dalalet ile ehl-i hidayet, nisyan ve tezekkürde birbiriyle müteakistirler.
Evet dâll olan kişi; işe, amele bakıldığı zaman ve vazifenin düsturları tatbik edildiği vakit, nefsini unutur da, nefsin dar geldiği firavunlaşmış enaniyetinin ve yaygın gururunun tatmini için nazarını afaka diker, kendini yüksek görür. Amma az çok, küçük büyük herşeyin netice ve gayelerinde ise, nefsini en öne sürer. Hattâ onun yanında nefsine ait olmayan bir şey, gaye değildir. Hem onun nazarında gayet-ül gaye yalnız zatını sevmek ve perestiş etmektir.
Amma nefsini tezkiyeye muvaffak olmuş hâdî olan zat ise, iş ve çalışma esnasında ve harekete geçiş ânında, yahut tefekkür işi zamanında herşeyden önce kendi nefsini düşünür de, âdeta bütün amel ve tefekkür için onun nefsi bir vâhid-i kıyasî ve bir mebde-i merkezî imiş gibi görür. Fakat netice ve garazlarda, faide ve maksadlarda ise, nefsini unutur, hiç hatırına getirmez. Âdeta sanki nefsi fanidir, yoktur ve hiçlik altına dâhildir.. Veyahut bir köledir de, her cihetle seyyidine ait olan vazifede yalnız ihlas ile seyyidi namına hizmet eder ve hiçbir şeyi istemek ve beklemekte hakkı yoktur telakki eder. Şayet efendisi ona birşey i’ta ederse, nefsi onu mahz-ı fazldan bilir.
(Cenab-ı Hak, bizi bu gibi hâdî kullarından eylesin, âmîn.)
Yükleniyor...