bir şekilde tasavvur ediyorsun; ve bundan onun mevhum olan âlâmından şefkat marazıyla müteellim oluyorsun.
Halbuki eğer sen tahkik ile, onun âlemine girebilsen; evvelce farazî bir surette kıyas-ı nefis yoluyla onun içine girdiğin zamandaki tevehhüm ettiğin şeylerden hiç bir şeyi görmeyeceksin.
Hem o kıyas-ı fâsid ile mezkûr hatayı işlediğin gibi, bazan başka bir kıyasla daha azîm bir hatayı da yapıyorsun. Şöyle ki: Meselâ bal arısını, gayet kemal-i san’at içinde bir masnu’ olarak müşahede ettiğin vakit; ne ef’alinde, ne şuûnatında ihtilat ile külfet, mualecet, mübaşeret ve taammülü bulunmayan ve bunlardan hadsiz derece münezzeh bulunan vâcib, vâhid ve hakîm olan onun Sani’ini; gayet şuursuzca ve hissizcesine miskin, kesîr, kesif, mukayyed, mahdud ve yaptığı işleri ancak mübaşeret, ihtilat, külfet ve mualecetle uydurabilen bir mümkine kıyas ediyorsun. Ve bu kıyastan, hem kendini, hemde şimdi ve belki daima Saniin kalem-i kudreti içinde cevelan eden o masnucuğu; onun mütekaddis, mütenezzih ve müteal olan Saniine(C.C.) kurbiyetini tevehhüm ediyorsun.
Evet, Cenab-ı Hak (C. Şanühü) kendi canib-i Sübhanîsinden mahlukata ve bize yakındır; bize ondan daha yakın bir şeyde yoktur. Bütün kariblerden en akreb O’dur. Şah damarımızdan da bize daha yakındır. Fakat sen ve bu masnu’cuk ve herşey, kendi cihetimizden nihayeti olmayan bir bu’dla ondan uzağız ve uzaksınız.
Evet nasılki güneş, bir cam parçasında tecelli ile temessül eder; O cam da güneşin şualarıyla parlar ve ziyasıyla tenevvür eder. Ve güneşin ziyasındaki elvan-ı seb’anın inkisarlarıyla zinetlenir. Ve o zücacenin melekût-u kalbinden güneşin zatına karşı bir yol, bir menfez açılır. Ve o zaman o zücacenin mülk vechinin dış cihetinden gelen güneşin timsali, bütün levazımatıyla birlikte, camın iç vechi içinde onun sana, senin elinden daha yakın bir şekilde görünür. Fakat eğer sen onu tumak için elini uzatsan, hiçbir şeye elin ulaşmayacak... Velev ki elinin uzunluğu yetmiş, belki yediyüz defa küre-i arzın kutru kadar da olsa…
Hattâ bazı olur ki, aklında belahet ve kalbinde güneşe karşı bir sevgi taşıyan kimse, kendi mahbubesi olan güneşe; bu sathî vehme ve zâhirî görünüşe istinaden parladığı her şeyde ona ulaşmak ister. Ve keza, bazan de güneşin her temessül ettiği şeyde, güneşin zatına ait işitmiş olduğu veya bildiği evsafın tamamını, -ki ancak onun âlem-i
Halbuki eğer sen tahkik ile, onun âlemine girebilsen; evvelce farazî bir surette kıyas-ı nefis yoluyla onun içine girdiğin zamandaki tevehhüm ettiğin şeylerden hiç bir şeyi görmeyeceksin.
Hem o kıyas-ı fâsid ile mezkûr hatayı işlediğin gibi, bazan başka bir kıyasla daha azîm bir hatayı da yapıyorsun. Şöyle ki: Meselâ bal arısını, gayet kemal-i san’at içinde bir masnu’ olarak müşahede ettiğin vakit; ne ef’alinde, ne şuûnatında ihtilat ile külfet, mualecet, mübaşeret ve taammülü bulunmayan ve bunlardan hadsiz derece münezzeh bulunan vâcib, vâhid ve hakîm olan onun Sani’ini; gayet şuursuzca ve hissizcesine miskin, kesîr, kesif, mukayyed, mahdud ve yaptığı işleri ancak mübaşeret, ihtilat, külfet ve mualecetle uydurabilen bir mümkine kıyas ediyorsun. Ve bu kıyastan, hem kendini, hemde şimdi ve belki daima Saniin kalem-i kudreti içinde cevelan eden o masnucuğu; onun mütekaddis, mütenezzih ve müteal olan Saniine(C.C.) kurbiyetini tevehhüm ediyorsun.
Evet, Cenab-ı Hak (C. Şanühü) kendi canib-i Sübhanîsinden mahlukata ve bize yakındır; bize ondan daha yakın bir şeyde yoktur. Bütün kariblerden en akreb O’dur. Şah damarımızdan da bize daha yakındır. Fakat sen ve bu masnu’cuk ve herşey, kendi cihetimizden nihayeti olmayan bir bu’dla ondan uzağız ve uzaksınız.
Evet nasılki güneş, bir cam parçasında tecelli ile temessül eder; O cam da güneşin şualarıyla parlar ve ziyasıyla tenevvür eder. Ve güneşin ziyasındaki elvan-ı seb’anın inkisarlarıyla zinetlenir. Ve o zücacenin melekût-u kalbinden güneşin zatına karşı bir yol, bir menfez açılır. Ve o zaman o zücacenin mülk vechinin dış cihetinden gelen güneşin timsali, bütün levazımatıyla birlikte, camın iç vechi içinde onun sana, senin elinden daha yakın bir şekilde görünür. Fakat eğer sen onu tumak için elini uzatsan, hiçbir şeye elin ulaşmayacak... Velev ki elinin uzunluğu yetmiş, belki yediyüz defa küre-i arzın kutru kadar da olsa…
Hattâ bazı olur ki, aklında belahet ve kalbinde güneşe karşı bir sevgi taşıyan kimse, kendi mahbubesi olan güneşe; bu sathî vehme ve zâhirî görünüşe istinaden parladığı her şeyde ona ulaşmak ister. Ve keza, bazan de güneşin her temessül ettiği şeyde, güneşin zatına ait işitmiş olduğu veya bildiği evsafın tamamını, -ki ancak onun âlem-i
Yükleniyor...