ağacının nüvesi gibi) büyük masnu’ların hilafına olarak, maddeyi yutar, yok eder. Her tarafı mahz-ı san’at olur.

***


اِعْلَمْ

Eyyühel gafil bil ki! Senin vesveselerinin ekserisi dört şeyden neş’et etmektedir:

Birincisi: Sen nisyan-ı nefs içinde o derece nefsini unutmuşsun ki, sendeki şa’re-i enaniyet, kalın bir ipe inkılab etmiştir. Zira sen heva-i nefsin gafletiyle Allah’ı unuttuğun için, senin nefsin de seni sana unutturmuş da, enaniyetin kalınlaşarak, kibr ü gururuyla kabuğuna sığmayacak bir hal alarak, taşraya taşmış (ve Rabbisine karşı tuğyan ve isyan etmiştir.)

İkincisi: Bütün zîhayatları, kendi nefsine kıyas etmekliğindendir. Evet meselâ, masum ve kendisinden emin ve müsterih ve halinden memnun bir hayvanı gördüğün zaman –ki; hadd-i zatında da öyledir- onu düşünceli, mahzun, hali perişan bir insan şeklinde farzediyorsun; Ve bundan dolayı o hayvanın ferah ve keyif içindeki raksını, gam ve keder içinde olan bir ızdırab ve titreyiş zannediyorsun.

Üçüncüsü: Kısa ve kasır nazarının yalnız Zâhir isminin tecellisi üstüne inhisar etmesidir. Hattâ bu ismin daire-i tecellisinden huruc etmiş bir şeyi, o ismin daire-i müsemmasının merkezine de rücu’ etmeyeceğini tevehhüm ediyorsun. Kellâ öyle değil!. Belki bütün esma-i hüsna sahibi olan Müsemma-yı Lâyezal-i Zülcelal, fevklerin fevkinde olduğu gibi, aynı zamanda bâtınların da bâtınındadır. Öyle ise o hem Evvel’dir, hem Âhir, hem Zâhir’dir, hem Bâtın.

Dördüncüsü: Tecelliyatın en yükseği, en uzağı, en gizlisi ve en sade ve basiti olan ehadiyet tecellisini; kesretin en çok inbisat ve intişar ettiği olan en geniş, en çok ve en rakik perdelerinden taleb etmekliğindir. Çünkü meselâ bir hayvana baktığın vakit, (Az yukarıda geçtiği gibi) nefsî bir kıyasla veya kıyas-ı nefis cihetiyle o hayvanda tam fani olup, bütün enva-i hissiyatınla birlikte onun içine giriyorsun. Ve meselâ, o hayvanı kendin gibi ülfet ettiği şeylerin veyahut vatanının firakından hazin, veyahut akıbet ve istikbalinin veya rızkının düşüncesiyle gamgîn


Yükleniyor...