Üçüncüsü: Hem o rü’yet (yani hevam ve haşaratın vaziyetleri) sana tam bir tevekkül ve itimadı da telkin etmesi lâzımdır ki, herşeyin (1) daima ümidgâhı ve mehafı olan bir Zat-ı Zülcelali Velcemal, senin ondan aynı nihayetsiz uzaklığın içinde, sana nihayet derece yakındır. Ve küçük büyük, az çok, yakın uzak, herşey onun kudretine nisbeten müsavi olan ve bir hads-i şuhudî ile hadsiz iş ve ef’alinde onun için bir tekellüf, bir zorluk, bir mualecet ve bir mübaşeretin karışıklığı olmayan bir zat, kudretiyle sende ve senin etrafındakilerde tasarruf etmektedir. İşte senin korkmaman, mahzun olmaman ve tevahhuş etmemen için şu geçen hakikat sana kâfi gelecek bir dersi vermiyor mu?
Evet sen nerede olursan ol, orası onun mülküdür. Hem nereye teveccüh edip bakarsan bak, orada onun cilve-i esması görünür. Hem ister yerin batnında ol, yine onun mülkü olan vatanındasın.. Ve ister ademin cevfinde bulun, yine onun taht-ı nazarındasın. Onun izni ve onun emriyle Rahim, Kerim ve Hakîm eller, seni alıp halden hale, tavırdan tavıra devrederler. Bir elden çıkar çıkmaz, mutlaka başka bir el seni intizam içinde devralmak için âdeta yarış içindedirler.
Hem dahi sen hayat seferinde aslâ ve kat’â tesadüf gûline rastlamayacağın gibi; adem ve hiçlik ile de mazlum olmayacaksın. Hem fena ve zeval dahi, idam ile sana zulmedemiyecektir. Bununla beraber, zâhirde bir çok ademler vardır ki; sen eğer onu iktiham edip geçebilsen, onun ya arkasında veya altında veyahut içinde rahmetin hazinelerinden bir hazineyi göreceksin ki, o hazine bu kevn ve vücud içinde fenaya giden fanilerden ibka edilen vücudlarla doludur.
Dördüncüsü: O küçücük hevam ve böceklerin gözle görülen o vaziyeti, sana Sani-i Vâhid’in herşeydeki mahlukiyet-i tammesi ve masnuiyet-i âmmesinin açık bürhanını ifade ile kabul ettirmesi lâzımdır.. Ve şu bürhan, senin nazarında onların küçüklükleri derecesinde büyümesi ve gizlilikleri nisbetinde açıklanması lâzımdır. Zira muhaldir ki; muhat, Hâlık-ı Muhit’in daire-i tasarrufundan harice çıksın. Evet, muhitin Hâlıkı kim ise, mutlaka ve zaruretle, muhatın da Hâlıkı o olacaktır. Yalnız şu kadar var ki, muhattaki san’at (Eşyanın içi ve lübbü, meselâ: incir
____________________________________
Evet sen nerede olursan ol, orası onun mülküdür. Hem nereye teveccüh edip bakarsan bak, orada onun cilve-i esması görünür. Hem ister yerin batnında ol, yine onun mülkü olan vatanındasın.. Ve ister ademin cevfinde bulun, yine onun taht-ı nazarındasın. Onun izni ve onun emriyle Rahim, Kerim ve Hakîm eller, seni alıp halden hale, tavırdan tavıra devrederler. Bir elden çıkar çıkmaz, mutlaka başka bir el seni intizam içinde devralmak için âdeta yarış içindedirler.
Hem dahi sen hayat seferinde aslâ ve kat’â tesadüf gûline rastlamayacağın gibi; adem ve hiçlik ile de mazlum olmayacaksın. Hem fena ve zeval dahi, idam ile sana zulmedemiyecektir. Bununla beraber, zâhirde bir çok ademler vardır ki; sen eğer onu iktiham edip geçebilsen, onun ya arkasında veya altında veyahut içinde rahmetin hazinelerinden bir hazineyi göreceksin ki, o hazine bu kevn ve vücud içinde fenaya giden fanilerden ibka edilen vücudlarla doludur.
Dördüncüsü: O küçücük hevam ve böceklerin gözle görülen o vaziyeti, sana Sani-i Vâhid’in herşeydeki mahlukiyet-i tammesi ve masnuiyet-i âmmesinin açık bürhanını ifade ile kabul ettirmesi lâzımdır.. Ve şu bürhan, senin nazarında onların küçüklükleri derecesinde büyümesi ve gizlilikleri nisbetinde açıklanması lâzımdır. Zira muhaldir ki; muhat, Hâlık-ı Muhit’in daire-i tasarrufundan harice çıksın. Evet, muhitin Hâlıkı kim ise, mutlaka ve zaruretle, muhatın da Hâlıkı o olacaktır. Yalnız şu kadar var ki, muhattaki san’at (Eşyanın içi ve lübbü, meselâ: incir
____________________________________
Yükleniyor...