vücuddan ve onun kemal, lezzet ve kıymetinden yalnız senin; gökleri şu yıldızlar ve güneşlerle süsleyen bir Saniin san’atı olduğuna olan ilmin yeter ve bu sana kâfi gelir. İşte bu anlayış ve iz’an iledir ki; sen şu koca âlemin aziz, nazenin küçük bir kardeşi olmuşsun ki, o büyük biraderin, ağabeyin olan âlem, sana kemal-i şefkatle hizmet etmektedir.
Fakat ikinci vecih ise, sana yetimane bir feryatla der ki: “Ey zavallı! Sen unsurların mecmuundan kör bir ittifak ile yanyana gelmiş ve pek yakın bir zamanda elîm bir firak ve sağır bir müfarakatla birbirinden ayrılacak bir şeysin.”
İşte madem öyledir, sakın dava-yı temellük ile vücuduna zulmetme. Hem onu haktan ve hak sahibi olan Cenab-ı Hak’tan kat’edip de, bütün bütün kıymetten düşürerek hakkını nakzetme. Çünkü vücud ve varlık, haktan münkatı’ olduğu zaman, daha hiç bir kıymeti kalmaz. Zira ebter ender-ebter olan bu vücud-u münkati’in, milyonlar sene ömrüyle beraber binler kantar saadeti olsa da; o vücud-u mazhar ve mutahharın bir zerresine ve bir an-ı seyyalesine de müsavi ve müvazi gelemez.
Âyâ görmüyor musun ki; Senin Bari’ ve Hâlıkın -nasıl ittifak etmiş olursa olsunlar- seni mevcud ve hazır maddelerden biçip keserek koparmış olmadığı gibi, kâinat harmanının yığınında da alıp yapmış değildir. Keza seni vücud bahrinden de alıp çıkaramamıştır. İşte meydan, acaba âlem-i kevn ü fesadın çarşısında gözlerin satın alındığı bir dükkân; veya dimağ ve lisanların iddihar ettiği bir mağaza; veya kalblerin yapıldığı ve ciltlerin dokunduğu bir makine, bir fabrika bulabilecek misin? Kellâ, sümme kellâ!.. Belki ancak senin Bari’ ve Hâlıkın seni bedi’ ve cami’ bir surette inşa etmiş ve senin Fâtırın seni yoktan varedip vücuda çıkarmıştır. Hem de seni, maddesi itibariyle şey ismine lâyık olmayan bir şeyden; veyahud da herşeyden öyle bir şekilde halketmiştir, ta ki; mümkinattan hiçbir şey -velev en büyük bir şey olsun- bir şeyi halk ve icad etmek hususunda, -velev en küçük bir şey olsun- tama’ etmesin; ve tâ ki semavatın halkına kudreti yetmeyen, meselâ bir sineğin bile halk ve icad davasına tetavül etmesin. Binaenaleyh, herşeyi halk ve icad etmeye kudreti yetmeyen bir şey, bir sebeb, eşyadan bir tek şeyin dahi icadına kudreti yetmez.
***
Fakat ikinci vecih ise, sana yetimane bir feryatla der ki: “Ey zavallı! Sen unsurların mecmuundan kör bir ittifak ile yanyana gelmiş ve pek yakın bir zamanda elîm bir firak ve sağır bir müfarakatla birbirinden ayrılacak bir şeysin.”
İşte madem öyledir, sakın dava-yı temellük ile vücuduna zulmetme. Hem onu haktan ve hak sahibi olan Cenab-ı Hak’tan kat’edip de, bütün bütün kıymetten düşürerek hakkını nakzetme. Çünkü vücud ve varlık, haktan münkatı’ olduğu zaman, daha hiç bir kıymeti kalmaz. Zira ebter ender-ebter olan bu vücud-u münkati’in, milyonlar sene ömrüyle beraber binler kantar saadeti olsa da; o vücud-u mazhar ve mutahharın bir zerresine ve bir an-ı seyyalesine de müsavi ve müvazi gelemez.
Âyâ görmüyor musun ki; Senin Bari’ ve Hâlıkın -nasıl ittifak etmiş olursa olsunlar- seni mevcud ve hazır maddelerden biçip keserek koparmış olmadığı gibi, kâinat harmanının yığınında da alıp yapmış değildir. Keza seni vücud bahrinden de alıp çıkaramamıştır. İşte meydan, acaba âlem-i kevn ü fesadın çarşısında gözlerin satın alındığı bir dükkân; veya dimağ ve lisanların iddihar ettiği bir mağaza; veya kalblerin yapıldığı ve ciltlerin dokunduğu bir makine, bir fabrika bulabilecek misin? Kellâ, sümme kellâ!.. Belki ancak senin Bari’ ve Hâlıkın seni bedi’ ve cami’ bir surette inşa etmiş ve senin Fâtırın seni yoktan varedip vücuda çıkarmıştır. Hem de seni, maddesi itibariyle şey ismine lâyık olmayan bir şeyden; veyahud da herşeyden öyle bir şekilde halketmiştir, ta ki; mümkinattan hiçbir şey -velev en büyük bir şey olsun- bir şeyi halk ve icad etmek hususunda, -velev en küçük bir şey olsun- tama’ etmesin; ve tâ ki semavatın halkına kudreti yetmeyen, meselâ bir sineğin bile halk ve icad davasına tetavül etmesin. Binaenaleyh, herşeyi halk ve icad etmeye kudreti yetmeyen bir şey, bir sebeb, eşyadan bir tek şeyin dahi icadına kudreti yetmez.
Yükleniyor...