Dördüncü Nükte: Nasılki elimizdeki saatin dış yüzü sabit ve sâkin gibi ise de, fakat içindeki âlât ve çarkların ızdırab ve deprenişleriyle gayr-ı sabittir.
Öyle de; Cenab-ı Hakk’ın bir saat-i kübrası olan dünya dahi öyle mütezelziledir. Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki mil hükmündedir. Seneler ise dakikaları sayan bir ibredir. Asırlar da saatleri sayan bir ibre gibidir.
Hem dünyaya mekân dercedildiği için, cevv-i hava sür’at-i tagayyür ve tahavvül ve tezelzülüyle, başka bir tarzda o saatin saniyelerini sayan bir mil gibidir. Küre-i arz dahi, yüzünün nebatî ve hayvanî mevt ve hayatlarıyla daimî surette tebeddül etmesiyle, dakikaları sayan bir mil tarzında olduğu gibi; küre-i arz karnındaki inkılabattan gelen zelzelelerle ve o zelzeleden neş’et eden dağların hurucuyla, saatleri sayan bir mil mesabesindedir.
Hem sema mekânı dahi, ecramların harekâtı ve kuyruklu yıldızların ve küsûfâtın ve şahabların zuhurlarıyla, haftalık bir saatin günlerini sayan bir mil gibidir.
İşte şu yedi erkân üzerine mebni olan dünya; esma-i ilahiyenin şuunatını ve kalem-i kader ve kudret’in kitabetini tavsif ettiği halde, hakikatta fanî, hâlik, zelzeleli ve akan su gibi gidicidir. Lâkin gaflet ile sureten tecemmüd edip, tabiat ile küdûret peyda ederek, âhiretin yüzüne karşı kalın bir perde olmuştur. Felsefe-i sakîme ve medeniyet-i sefihe dahi onun cümûdiyet ve küdûretini tedkikat-ı felsefiye ve mebahis-i tabiiye ile daha da ziyadeleştirmişlerdir.
Amma Kur’an-ı Hakîm ise, âyâtıyla dünyayı pamuk gibi hallaç ediyor.. ve beyyinatıyla şeffaflaştırıyor.. ve nur-efşan neyyiratıyla cümûdiyetini eritiyor. Ve sayahatıyla onun ebediyet-i mevhumesini yırtıyor. Ve ra’d-misal na’ralarıyla fikr-i tabiattan doğan gafleti parça parça ediyor.
İşte dünyanın şu zelzeleli olan hakikatı, lisan-ı haliyle şu âyeti okumaktadır:
وَاِذَا قُرِيÏ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Öyle de; Cenab-ı Hakk’ın bir saat-i kübrası olan dünya dahi öyle mütezelziledir. Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki mil hükmündedir. Seneler ise dakikaları sayan bir ibredir. Asırlar da saatleri sayan bir ibre gibidir.
Hem dünyaya mekân dercedildiği için, cevv-i hava sür’at-i tagayyür ve tahavvül ve tezelzülüyle, başka bir tarzda o saatin saniyelerini sayan bir mil gibidir. Küre-i arz dahi, yüzünün nebatî ve hayvanî mevt ve hayatlarıyla daimî surette tebeddül etmesiyle, dakikaları sayan bir mil tarzında olduğu gibi; küre-i arz karnındaki inkılabattan gelen zelzelelerle ve o zelzeleden neş’et eden dağların hurucuyla, saatleri sayan bir mil mesabesindedir.
Hem sema mekânı dahi, ecramların harekâtı ve kuyruklu yıldızların ve küsûfâtın ve şahabların zuhurlarıyla, haftalık bir saatin günlerini sayan bir mil gibidir.
İşte şu yedi erkân üzerine mebni olan dünya; esma-i ilahiyenin şuunatını ve kalem-i kader ve kudret’in kitabetini tavsif ettiği halde, hakikatta fanî, hâlik, zelzeleli ve akan su gibi gidicidir. Lâkin gaflet ile sureten tecemmüd edip, tabiat ile küdûret peyda ederek, âhiretin yüzüne karşı kalın bir perde olmuştur. Felsefe-i sakîme ve medeniyet-i sefihe dahi onun cümûdiyet ve küdûretini tedkikat-ı felsefiye ve mebahis-i tabiiye ile daha da ziyadeleştirmişlerdir.
Amma Kur’an-ı Hakîm ise, âyâtıyla dünyayı pamuk gibi hallaç ediyor.. ve beyyinatıyla şeffaflaştırıyor.. ve nur-efşan neyyiratıyla cümûdiyetini eritiyor. Ve sayahatıyla onun ebediyet-i mevhumesini yırtıyor. Ve ra’d-misal na’ralarıyla fikr-i tabiattan doğan gafleti parça parça ediyor.
İşte dünyanın şu zelzeleli olan hakikatı, lisan-ı haliyle şu âyeti okumaktadır:
وَاِذَا قُرِيÏ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Yükleniyor...