mektub olan hâdisat satırlarına tevcih etmektedir. İşte
تَجْرِي
yani “güneş döner” tabiri, bu manalara bir ünvandır. Ve binaenaleyh bu zâhir ünvan, maksad için kâfi olup, hakikatı ne olursa olsun ona taalluk etmez.
İşte bak, Kur’anın kelimatı zâhiren sehl, basit ve ma’ruf oldukları halde, nasıl latif manaların hazinelerinin birer kapısı ve birer anahtarı olmuşlardır gör.
Sonra, hikmet-i felsefiyenin tantanalı kelimelerine de bak; Nasıl zâhirî şa’şaasıyla beraber, hiç bir kemal-i ilmî ve bir zevk-i ruhî vermedikleri gibi, ne bir gaye-i insaniyet ve ne de dinî bir fayda vermiyorlar. Belki ancak sana ifade ettiği şey, müdhiş bir hayret, dehşetli bir vahşet ve bir ürküntüdür. Hem seni ziyadar tevhid semasından düşürüp, karanlıklı kesret vadilerine sukut ettiriyorlar.
Şimdi, bazı feylesofların güneş hakkında söyledikleri sözlerini dinle, ne diyorlar? Bak diyorlar ki: “Güneş, bir kitle-i mayia-yı azîme-i nâriye olup, arzımızdan bir milyon üçyüzbin defa daha büyüktür. Kendi kendine müstakillen mihverinde dönmektedir. Ondan sıçramış olan ateş kıvılcımları, arzımız ve seyyareler olmuştur. Cesametçe muhtelif şekillerde ve güneşe yakınlık ve uzaklık itibariyle çeşitli mesafelerde bulunan şu ecram-ı azîme, hâlî bir feza içinde, güneşin etrafında cazibe-i umumiye ile dönmektedirler. Eğer bu seyyarelerden birisi, tesadüfen -kuyruklu yıldızların çıkması gibi- semavî bir hâdise ile mihverinden çıksa, manzume-i şemsiyede ve dünyada öyle bir hercümerc husule gelecektir ki; semavat ve zemini dehşet içinde bırakacak.”
İşte, şimdi sen kendini dinle; bak, bu mes’ele ne gibi bir fayda sana verdi? Feya sübhanallah! Dalaletin acibliğine bak da, hakikatın şeklini nasıl değiştirmiştir gör.
Evet güneş, seyyaratıyla birlikte kendi Fâtır-ı Hakîmlerinin emriyle ve Hâlık-ı Kadirlerinin kuvvetiyle ancak vazifedar bir masnu’ ve müsahhar bir mahluktur. Hem o, kendi azametiyle beraber, sema denizinin yüzünde ancak parlak bir katreciktir ki, ona ism-i Nur’dan yalnız bir şua’, tecelli ile aksetmiştir.
Evet eğer feylesoflar, kendi mesail-i fenniyelerinde Kur’an’dan bir kabes, bir şu’le dercederek deseler ki: Cenab-ı Hak, şu ecram-ı
تَجْرِي
yani “güneş döner” tabiri, bu manalara bir ünvandır. Ve binaenaleyh bu zâhir ünvan, maksad için kâfi olup, hakikatı ne olursa olsun ona taalluk etmez.
İşte bak, Kur’anın kelimatı zâhiren sehl, basit ve ma’ruf oldukları halde, nasıl latif manaların hazinelerinin birer kapısı ve birer anahtarı olmuşlardır gör.
Sonra, hikmet-i felsefiyenin tantanalı kelimelerine de bak; Nasıl zâhirî şa’şaasıyla beraber, hiç bir kemal-i ilmî ve bir zevk-i ruhî vermedikleri gibi, ne bir gaye-i insaniyet ve ne de dinî bir fayda vermiyorlar. Belki ancak sana ifade ettiği şey, müdhiş bir hayret, dehşetli bir vahşet ve bir ürküntüdür. Hem seni ziyadar tevhid semasından düşürüp, karanlıklı kesret vadilerine sukut ettiriyorlar.
Şimdi, bazı feylesofların güneş hakkında söyledikleri sözlerini dinle, ne diyorlar? Bak diyorlar ki: “Güneş, bir kitle-i mayia-yı azîme-i nâriye olup, arzımızdan bir milyon üçyüzbin defa daha büyüktür. Kendi kendine müstakillen mihverinde dönmektedir. Ondan sıçramış olan ateş kıvılcımları, arzımız ve seyyareler olmuştur. Cesametçe muhtelif şekillerde ve güneşe yakınlık ve uzaklık itibariyle çeşitli mesafelerde bulunan şu ecram-ı azîme, hâlî bir feza içinde, güneşin etrafında cazibe-i umumiye ile dönmektedirler. Eğer bu seyyarelerden birisi, tesadüfen -kuyruklu yıldızların çıkması gibi- semavî bir hâdise ile mihverinden çıksa, manzume-i şemsiyede ve dünyada öyle bir hercümerc husule gelecektir ki; semavat ve zemini dehşet içinde bırakacak.”
İşte, şimdi sen kendini dinle; bak, bu mes’ele ne gibi bir fayda sana verdi? Feya sübhanallah! Dalaletin acibliğine bak da, hakikatın şeklini nasıl değiştirmiştir gör.
Evet güneş, seyyaratıyla birlikte kendi Fâtır-ı Hakîmlerinin emriyle ve Hâlık-ı Kadirlerinin kuvvetiyle ancak vazifedar bir masnu’ ve müsahhar bir mahluktur. Hem o, kendi azametiyle beraber, sema denizinin yüzünde ancak parlak bir katreciktir ki, ona ism-i Nur’dan yalnız bir şua’, tecelli ile aksetmiştir.
Evet eğer feylesoflar, kendi mesail-i fenniyelerinde Kur’an’dan bir kabes, bir şu’le dercederek deseler ki: Cenab-ı Hak, şu ecram-ı
Yükleniyor...