Evet, güneşin hareketi ister zâhirî olsun, ister hakikî olsun, Kur’anın mezkûr maksadına te’sir etmez. Çünkü Kur’anın maksadı, güneşin meşhud cereyanının zımnında parlayan bir nizam-ı hakîmanenin nescini göstermekle göstermek ister. Nizamın nesci ise, kemal-i haşmetle görünmektedir. Ehl-i fennin zu’mettiği gibi güneşin sükûnu, hakikatta nizama bir zarar iras etmez.

İkinci Nükte: Kur’an

وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا

ve

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَر¼ّ

der. Eğer desen: Niçin Kur’an, güneşi bir ‘sirac’ ile tabir ediyor? Halbuki ehl-i fennin yanında güneş, küre-i arza tabi’ olmaktan pek çok büyüktür. Belki güneş, öyle bir merkezdir ki, küre-i arz, seyyarat ile beraber ona tabidirler.

Elcevab: Kur’anın, güneşi bir sirac ile tabir etmesinde; âlemi bir kasır misalinde ve ondaki sair eşyayı, o sarayın sükkân ve misafirlerine levazımat ve müzeyyenat ve mat’umat şeklinde tasvir etmektir ki, bütün bunlar Rahim ve Kerim bir el tarafından kendi misafir ve hizmetkârlarına hazırlandığını ihsas etmektir. Güneş dahi ancak bir me’mur-u müsahhar ve bir sirac-ı münevver olduğunu tefhim etmektir. Demek güneşi ‘sirac’ ile ta’bir etmekte, Hâlıkın rahmetini azamet-i Rububiyeti içinde ihtar; ve ihsanını vüs’at-i rahmeti içinde ifham; ve keremini haşmet-i saltanatı içinde ihsas etmektir. Hem müşriklerin ma’bud tevehhüm ettikleri en büyük bir mahluk olan güneşi, müsahhar bir mumdar olduğunu göstermekle; Hâlıkın vahdaniyetini ilan etmektir. Evet camid bir sirac-ı müsahhar nerede? İbadete lâyık olmak nerede?

Hem Kur’anın, güneşi

تَجْرِي

lafzıyla, yani “cereyan ediyor” tabirinde, şöyle ulvî bir mana vardır ki; gece ve gündüzün ihtilafı zımnında ve kış ve yazın deveranı içindeki muntazam tasarrufat-ı acibeyi ihtar içinde, Saniin saltanat-ı rububiyetini ve infiradı içindeki azamet-i kudretini ifham etmektir. Demek Kur’an, güneş ve kamer noktalarından, zihni gece ve gündüz, kış ve yaz sahifelerine; bunlardan da onların içinde

Yükleniyor...