mükâfat lezzetidir. Hattâ bazan o işçi, bu işin buraya konmasının gayesi yalnız şu cüz’î lezzettir diye tevehhüm eder.
Tıpkı hayvanın, izdivacdaki gayelerden haberi olmayıp, yalnız kaza-yı şehvet lezzetini bilmesi gibi.. Fakat hayvanın bu cehli, neslin husulüne zarar ve mani’ değildir. Halbuki husul-ü nesil gayesi ise, onun malikinin matlub gayatındandır.
Hem meselâ; karınca, yeryüzünü küçücük hayvanatın cenazelerinden temizleyip tanzif eder. Halbuki karınca, bu gayeleri bilmez. Belki ancak bildiği şey, yalnız hırsının tatminidir. Veyahut nasılki örümcek, havada seyeran eden hevam ve böceklere karşı müsabaka için feza yüzünü ve nebatat ve taşların başlarını -güneşin ziyasıyla parıldayan- kendi ipekli iplikleriyle süslüyor. Fakat kendisi ne yaptığını bilmez. Ancak kendi ağını dokumak ve üstünden gelip gitmek için onunla uçtuğu ipliğini uzatmayı bilir. Hem meselâ saat, senin günlük ömründen ne kadar geçtiğini sana bildirir, fakat kendisi ne yaptığını bilmez. Belki ancak bildiği şey, içindeki çarklarının sıkışmasındaki zevalin elemini… Hem nasılki bal arısı, hâs lezzeti içinde mündemic olan vahyin halavetiyle yaptığını yapar, fakat ne için yaptığını bilmez. Hem meselâ nebatî olsun, hayvanî olsun, insanî olsun, mutlak olarak bütün validelerin ettikleri hizmetler, ancak lezzet-i şefkat içindir. Fakat onların matlub gayelere olan cehaletleri; beyt-i kâinatı zinetlendiren o gayelerin husulünü ihlal etmiyor. Belki âdeta o şefkat, bu matlub gayelere birer çekirdek ve birer mistardır.
Hem âbid olan müsebbihlerin yalnız kendi amellerinin keyfiyetine (yani nasıl yapıldığına) olan ilimleri de kâfidir. Nasılki Cenab-ı Hak Teâlâ Azze ve celle ferman etmiş
كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَ تَسْبِيحَهُ
Yani: Her şey kendi namaz ve tesbihatının keyfiyeti ne olduğunu muhakkak bilmektedir. Yoksa her şey, kendi amellerinin böyle mahsus bir tesbih olduğunu bilmesi ve muayyen bir ibadetin vasfına şuuru ermesi lâzım değildir. Hattâ mütefekkir olan sair ihvanlarının, amellerindeki letaif-i ibadât ve garaib-i tesbihata olan şuurları da yeter. Hattâ belki yalnız Mabud-u Mutlak’ın bilmesi dahi kâfidir. Çünki bunlar teklif ile imtihana tâbi’ olmadıklarından, yaptıkları amellerinde onlara niyet lâzım gelmez. Öyle ise bunlar, kendi amellerinin ne vasıfta olduğuna şuuren bilmeleri
Tıpkı hayvanın, izdivacdaki gayelerden haberi olmayıp, yalnız kaza-yı şehvet lezzetini bilmesi gibi.. Fakat hayvanın bu cehli, neslin husulüne zarar ve mani’ değildir. Halbuki husul-ü nesil gayesi ise, onun malikinin matlub gayatındandır.
Hem meselâ; karınca, yeryüzünü küçücük hayvanatın cenazelerinden temizleyip tanzif eder. Halbuki karınca, bu gayeleri bilmez. Belki ancak bildiği şey, yalnız hırsının tatminidir. Veyahut nasılki örümcek, havada seyeran eden hevam ve böceklere karşı müsabaka için feza yüzünü ve nebatat ve taşların başlarını -güneşin ziyasıyla parıldayan- kendi ipekli iplikleriyle süslüyor. Fakat kendisi ne yaptığını bilmez. Ancak kendi ağını dokumak ve üstünden gelip gitmek için onunla uçtuğu ipliğini uzatmayı bilir. Hem meselâ saat, senin günlük ömründen ne kadar geçtiğini sana bildirir, fakat kendisi ne yaptığını bilmez. Belki ancak bildiği şey, içindeki çarklarının sıkışmasındaki zevalin elemini… Hem nasılki bal arısı, hâs lezzeti içinde mündemic olan vahyin halavetiyle yaptığını yapar, fakat ne için yaptığını bilmez. Hem meselâ nebatî olsun, hayvanî olsun, insanî olsun, mutlak olarak bütün validelerin ettikleri hizmetler, ancak lezzet-i şefkat içindir. Fakat onların matlub gayelere olan cehaletleri; beyt-i kâinatı zinetlendiren o gayelerin husulünü ihlal etmiyor. Belki âdeta o şefkat, bu matlub gayelere birer çekirdek ve birer mistardır.
Hem âbid olan müsebbihlerin yalnız kendi amellerinin keyfiyetine (yani nasıl yapıldığına) olan ilimleri de kâfidir. Nasılki Cenab-ı Hak Teâlâ Azze ve celle ferman etmiş
كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَ تَسْبِيحَهُ
Yani: Her şey kendi namaz ve tesbihatının keyfiyeti ne olduğunu muhakkak bilmektedir. Yoksa her şey, kendi amellerinin böyle mahsus bir tesbih olduğunu bilmesi ve muayyen bir ibadetin vasfına şuuru ermesi lâzım değildir. Hattâ mütefekkir olan sair ihvanlarının, amellerindeki letaif-i ibadât ve garaib-i tesbihata olan şuurları da yeter. Hattâ belki yalnız Mabud-u Mutlak’ın bilmesi dahi kâfidir. Çünki bunlar teklif ile imtihana tâbi’ olmadıklarından, yaptıkları amellerinde onlara niyet lâzım gelmez. Öyle ise bunlar, kendi amellerinin ne vasıfta olduğuna şuuren bilmeleri
Yükleniyor...