Meselâ: Birisinin kalbindeki bir suali intak-ı bilhak nev’inden ce-vablandırması; veya yakaza halinde iken, gözüne temessül ettirmesiyle o adamın hidayetine ermesine vesile olur ki; o işde, Cenab-ı Hakk’ın kendi kulları için ne yaptığını bilmez. Amma istidrac ise, adam gaflet içerisinde iken, bazı eşya-yı gâibenin suretleri ona münkeşif olmasıdır. Yahut da insanlara garib gelen bazı şeyleri yapmasıdır. O ise bunları kendi nefsine ve iktidarına isnad ederek bu’du, enaniyeti ve gururu daha çok kabarır. Git gide Karun gibi,
اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَي عِلْمٍ
diyecek kadar ileri gider.
Bu mes’elede, safa-yı nefs ve ziya-yı kalbimle bana inkişaf eden şudur ki: Velayetin tabaka-i vustasında, ehl-i keramet ile ehl-i istidrac arasında iltibas yoktur ve olamaz. Amma fena-yı etemme mazhar velayetin tabaka-i ulyasından olan ehl-i velayet ise; Allah’ın izniyle, onlara münkeşif olan eşya-yı gaybiyeyi Allah namına işleyen havas ve duygularıyla görürler. (1)
Demekki fark, pek zâhirdir. Zira bu zatların zâhire tereşşuh eden bâtınlarının nuraniyeti; riyakârların ve kendi enaniyetine çağırıcıların karanlıklı vaziyetleri ile mültebis olmaktan çok yüksektirler.
***
اِعْلَمْ
Ey aziz bil ki!
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
sırrıyla, her şeyde olan tesbih ve ibadet gayr-ı mahdud vecihlerledir(2). Fakat herşeyin kendi tesbihat ve ibadetlerinin umum vecihlerine her zaman şuuru ermesi lâzım değildir. Zira her zaman huzurun huzuru lazım gelmez.
Bunun meseli: Büyük bir gemide çalışan cahil bir işçi adam gibidir ki, gemi sahibinin verdiği ücret mukabilinde, bazı vakitte elektriğin bazı düğmelerine parmağıyla dokunmak vazifesiyle muvazzaftır. Fakat o ücretli ami adam, yaptığı işe ne gibi kıymetli gayeler terettüb ettiğini bilmiyor. Yalnız bildiği şey, kendisine verilen ücret ile
____________________________________
(1)
كُنْتُ سَمْعَهُ وَ بَصَرَهُ الخ.
Hadîs-i kudsînin sırrı buna işaret eder. –Müellif–
(2) Yirmidördüncü Söz’ün Dördüncü Dalı’nda var. –Müellif–
اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَي عِلْمٍ
diyecek kadar ileri gider.
Bu mes’elede, safa-yı nefs ve ziya-yı kalbimle bana inkişaf eden şudur ki: Velayetin tabaka-i vustasında, ehl-i keramet ile ehl-i istidrac arasında iltibas yoktur ve olamaz. Amma fena-yı etemme mazhar velayetin tabaka-i ulyasından olan ehl-i velayet ise; Allah’ın izniyle, onlara münkeşif olan eşya-yı gaybiyeyi Allah namına işleyen havas ve duygularıyla görürler. (1)
Demekki fark, pek zâhirdir. Zira bu zatların zâhire tereşşuh eden bâtınlarının nuraniyeti; riyakârların ve kendi enaniyetine çağırıcıların karanlıklı vaziyetleri ile mültebis olmaktan çok yüksektirler.
اِعْلَمْ
Ey aziz bil ki!
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
sırrıyla, her şeyde olan tesbih ve ibadet gayr-ı mahdud vecihlerledir(2). Fakat herşeyin kendi tesbihat ve ibadetlerinin umum vecihlerine her zaman şuuru ermesi lâzım değildir. Zira her zaman huzurun huzuru lazım gelmez.
Bunun meseli: Büyük bir gemide çalışan cahil bir işçi adam gibidir ki, gemi sahibinin verdiği ücret mukabilinde, bazı vakitte elektriğin bazı düğmelerine parmağıyla dokunmak vazifesiyle muvazzaftır. Fakat o ücretli ami adam, yaptığı işe ne gibi kıymetli gayeler terettüb ettiğini bilmiyor. Yalnız bildiği şey, kendisine verilen ücret ile
____________________________________
(1)
كُنْتُ سَمْعَهُ وَ بَصَرَهُ الخ.
Hadîs-i kudsînin sırrı buna işaret eder. –Müellif–
(2) Yirmidördüncü Söz’ün Dördüncü Dalı’nda var. –Müellif–
Yükleniyor...