giydirenindir. Benim değildir.” De! İşte o zaman tahdis-i nimet içinde tam bir mütevazi olursun.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Rekabet, gıbta ve hasedin damarı ancak ücret alındığı ve mükâfat tevzi’ edildiği veya bunların düşünülmesi zamanında harekete başlar. Fakat hizmet anında ve iş vaktinde ise aslâ… Hattâ belki zaifler, kavileri sevmeye, âdiler âlîlere meyletmeye başlarlar. Hem onların kendilerinden olan üstünlüklerini tahsin ederler. Ve hizmette kendisinden olan ziyadeliğini, faziletini severler. Çünkü hizmet yükü ve iş külfeti kendi üzerinden hafifleşiyor.

Evet mademki dâr-ı dünya, umûr-u diniye ve a’mal-i uhreviye için yalnız hizmet ve amel yeridir. Elbette bu gibi işlere rekabet ve hasedin müdahale etmemesi lâzımdır. Eğer bunlara da rekabet müdahale etse, o zaman ihlassızlığını izhar etmiş olur. Ve elbette bu gibi uhrevî amellerde rekabet yapan adam, dünyevî mükâfatı da düşünüyor demektir ki, o da insanların takdir ve istihsanıdır. Halbuki o miskin bilmiyor ki, bu gibi dünyevî mükâfatları mülahaza ile amelini bir derece ihlassızlıkla ibtal ediyor. Çünkü amele mukabil, sevab ve hasenenin i’tasında nâsı, Rabb-i Nâs ile teşrik etmektedir. Hem neticede istiskale maruz kalıp, aks-ül amel ile insanları muavenetinden tenfir etmekle kuvvetini de zayıflaştırıyor.

***


اِعْلَمْ

Bil ey birader! Kerametin manası, istidracın manasından tamamen ayrı ve başkadır. Çünkü keramet, mu’cize gibi doğrudan doğruya Allah’ın fiilidir. Keramet ile müşerref olan zat ise, kerameti nefsinden değil, Cenab-ı Hak’tan geldiğini düşünür; ve kendisine en hayırlısını seçen bir hami ve rakibi var olduğunu bilmekle, mutmain olup, yakîn ve tevekkülü ziyadeleşir. Hem keramet sahibi zat, bazan Allah’ın izniyle kerametin tafsilatına şuuru erer, bazan da hiç ermez. Daha evlâ ve eslemi de bu ikinci kısmıdır.

Yükleniyor...