derecesine kadar çıkarsan; ve her şeyi doğrudan doğruya kadere vermek makamına terakki edersen; o zaman senin kader ve cüz’-i ihtiyarîden bahsetmen de bir beis olmaz. Çünkü sende o zaman bir nevi sekr vaki’ olup; bu iki mes’eleyi ilmî ve tasavvurî değil, belki halî bir mes’ele şeklinde mesail-i imaniyeden bir mes’ele olarak itikad edebilirsin.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Tevazu, bazan tahdis-i ni’mete münafi olduğu gibi, tahdis-i ni’met dahi bazan kibir ve gurura incirar edebilir. Öyle ise, bu mes’elede çok dikkat ve im’an ile beraber, ifrat ve tefritin terki lâzımdır.

Lakin hadd-i vasat ve istikamet için bir ölçü vardır, o da şudur: Her bir ni’metin iki yüzü vardır; Bir yüzü in’am edilene bakar ki, onu zinetlendirir ve bir imtiyaz verir. O da onunla lezzetlenip iftihar eder. Fakat bazan bu iftihardan sarhoşluğa düşerek, malik-i hakikîyi unutup temellük davasına sapar. Ve zanneder ki; o kemal ve o zinet onun hakikî ve zatî mülküdür. Gitgide hiç bir hakkı olmadığı halde, tekebbür ve gurura sukut eder.

İkinci vechi: Mün’ime nazar eder ki, onun keremini izhar ve rahmetini ilan eder. Ve onun in’amı üzerinde bağırarak Mün’imi yâdeder ve onun esma-i hüsnasına şehadet eder ve hakeza in’amındaki cilve-i esmasının ayatını tilavet eyler.

İşte tevazu, ancak birinci veche baktığı zaman hakikî tevazu olabilir. Yoksa bir küfran-ı nimeti tazammun etmiş olur. Tahdis-i ni’met ise, ancak ikinci veche nazar ettiği vakit, güzel ve memduh bir şükr-ü manevî olur. Yoksa bir temeddüh ve gururu saklar.

Ey Yusuf-u kejî!

(1) Ellibeş sene evvel talebesi Molla Yusuf’a karşıdır. –Müellif–





Sen kardeşin Yusuf-u Keyşî’nin çok kıymettar ve fâhir bir elbisesini giysen, Said sana dese: “Mâşâallah ne kadar güzelleştin.” Sen de: “Güzellik libasındır ve dolayısıyla elbiseyi bana

____________________________________


Yükleniyor...