Acaba hiç mümkün müdür ki; âlemdeki şu hüsn-ü ebda’ ve ecmel ve bu cemal-i faik ve ekmel içinde, şu pek acib çirkinlik ve çok garib noksanlık bulunsun!.. Yani ki; mahlukatın en gizlisinin en hafî hacetlerinin en gizli sesini -o hacetleri lâyık ve münasib vakitlerinde yerine getirmesi delâletiyle- işitsin, fakat ferşten arşa kadar yükselen ve arşı çınlatan en yüksek bir sesi ve en tatlı bir münacatı ve en büyük bir duayı, eşedd-i ihtiyaç içinde yalvaran bir abd-i habibden işitip kabul etmesin. Hâşâ ve kellâ, sümme hâşâ ve kellâ!..Kabul etmemek mümkün değildir. Çünkü o, hem Semi’dir, hem Basir!..

Evet, şu muamele ise, (yani Resul-i Ekrem’in (A.M.) tazarru’karâne olan dua ve münacatları) onun şefaat-i kübrasının en geniş mertebelerindendir..Ve Rahmeten lil’âlemîn olmasının kudsî ihatasındandır.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Ben bir çok gafillere rastlamaktayım ki; kader mes’elesi üzerinde fazla duruyorlar ve cüz’-ü ihtiyarî ile halk-ı ef’al mes’elesinde derin derin ta’mikat yapıp ileri gidiyorlardı. Halbuki o gafiller, kendi lisan-ı gafletleriyle kaderi re’sen inkâr etmektedirler. Ve eşyanın dizginlerini tesadüfün eline veriyorlar. Ve kendi nefislerini mutlak fâil tevehhüm ediyorlar. Ve Allah’ın malını ve sun’unu ebna-i cinsine ve esbaba taksim ediyorlar.

Evet vakt-i gaflette, kâfire veya gafile olan nefis, her ne kadar zâhiren her şeyi Allah’a isnad ediyorsa da, lâkin bâtınen herşeyi ondan selbedip inkâr ediyor. Amma mü’mine-i ârife olan nefis ise, herşeyi iman ve iz’an ile isbatlı olarak Allah’a verir.

Binaenaleyh, ilm-i Kelâmdaki şu iki mes’ele, ârifînden ehl-i sahv ve huzurun tevekkül ve imanının nihaî iki hudududur ve tevhid ve teslimin iki derecesidir. Hem (gurur ile adem-i mes’uliyet mabeynini ayıran) bir berzahtır.

İşte ey enaniyet içinde firavunlaşan gafiller! Sizler nerede? Ve şu iki mes’elenin sizde tahkik ve tahakkuk etmesi nerede? Amma eğer mahviyet ve ubudiyette terakki edip, cüz’-i ihtiyarîyi nefyetmek


Yükleniyor...