İşte onun bu havfından; acaba beni tecrübe edip, kendi yanındaki bir maksada beni sevkeden ve kendini bana tanıttırmak isteyen kimdir? diye anlamak ve bilmek merakı tevellüd etti. Ve onun bu merakından tılsım sahibinin muhabbeti neş’et etti. Sonra ağacın başına baktı, gördü ki; bir incir ağacı. Fakat çok çeşitli meyveleri semere vermiş. O zaman bütün bütün korkusu zail oldu ve kat’iyyen bildi ki; bu işler bir tılsımın taht-ı hükmünde dönüyorlar. Zira bir incir ağacı, binler ağacın meyvelerini tutmak mümkün değildir. şu halde bu meyveler, o melik-i kerimin kendi misafirlerine hazırlamış olduğu çeşitli taamlarına birer işarettir. İşte onun, o gizli hâkime karşı olan bu derunî muhabbetinden de, tılsımı açacak ve tılsım sahibini razı edecek bir vaziyet almanın isteği tevellüd etti. Sonra tılsımın anahtarı ona ilham oldu.. Ve bağırdı ki: “Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm, sana dehalet ediyorum ve herşeyi sana bırakıyorum ve sana tevekkül ediyorum.”
Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarıldı ve gayet şahane, nezih bir bahçeye bir kapı açıldı; Ve o arslan ve ejderha iki hizmetkâra inkılab edip onu bahçeye davet ediyorlar.
Şimdi gel, iki kardeşin tefavüt-ü hallerine bakalım. Bak, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır. Ve şu bahtiyar ise revnekdar, çiçekli ve semeredar nezahetli bir bahçenin kapısına duhul için davet ediliyor. Hem o bedbaht, kalbinin en derinliklerinden takattur eden elîm bir dehşet ve korku içinde kıvranıyor. Ve şu bahtiyar ise, marifetin muhabbet ve hürmetini akıtan leziz bir ibret, tatlı bir havf içinde seyr ü temaşa ediyor. Hem o bedbaht, bir vahşet, yalnızlık, ümidsizlik ve yetimlik içinde çırpınırken; şu bahtiyar ise, ünsiyet, ümid ve iştiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, (zahiren) vahşetli düşmanların hücumuna hedef olmuş. Ve şu bahtiyar ise, mihmandar-ı kerimin acib hizmetkârlarıyla ünsiyet eden aziz bir misafirdir. Hem o bedbaht, bir kısmı zehirli, fakat zâhiren leziz meyveleri yemekle azabını tacil ediyor. (Zira o meyveler nümunelerdir. Yutmaya değil tatmaya izin var. Tâ ki asıllarına müşteri olunsun.) Ve şu bahtiyar ise, yemesini te’hir edip intizar ile telezzüz eder.
İşte eğer temsilin inceliklerini fehmettin ise, hakikata bakan tatbikî vecihlerini de dinle: Amma o iki kardeş, birisi ruh-u mü’min ile kalb-i salihtir. Diğeri ruh-u kâfir ile kalb-i fâsıktır. Ve o iki yol ise; birisi Kur’an ve iman yolu, diğeri isyan ve tuğyan yoludur. Ve o sahra ise, şu
Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarıldı ve gayet şahane, nezih bir bahçeye bir kapı açıldı; Ve o arslan ve ejderha iki hizmetkâra inkılab edip onu bahçeye davet ediyorlar.
Şimdi gel, iki kardeşin tefavüt-ü hallerine bakalım. Bak, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır. Ve şu bahtiyar ise revnekdar, çiçekli ve semeredar nezahetli bir bahçenin kapısına duhul için davet ediliyor. Hem o bedbaht, kalbinin en derinliklerinden takattur eden elîm bir dehşet ve korku içinde kıvranıyor. Ve şu bahtiyar ise, marifetin muhabbet ve hürmetini akıtan leziz bir ibret, tatlı bir havf içinde seyr ü temaşa ediyor. Hem o bedbaht, bir vahşet, yalnızlık, ümidsizlik ve yetimlik içinde çırpınırken; şu bahtiyar ise, ünsiyet, ümid ve iştiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, (zahiren) vahşetli düşmanların hücumuna hedef olmuş. Ve şu bahtiyar ise, mihmandar-ı kerimin acib hizmetkârlarıyla ünsiyet eden aziz bir misafirdir. Hem o bedbaht, bir kısmı zehirli, fakat zâhiren leziz meyveleri yemekle azabını tacil ediyor. (Zira o meyveler nümunelerdir. Yutmaya değil tatmaya izin var. Tâ ki asıllarına müşteri olunsun.) Ve şu bahtiyar ise, yemesini te’hir edip intizar ile telezzüz eder.
İşte eğer temsilin inceliklerini fehmettin ise, hakikata bakan tatbikî vecihlerini de dinle: Amma o iki kardeş, birisi ruh-u mü’min ile kalb-i salihtir. Diğeri ruh-u kâfir ile kalb-i fâsıktır. Ve o iki yol ise; birisi Kur’an ve iman yolu, diğeri isyan ve tuğyan yoludur. Ve o sahra ise, şu
Yükleniyor...