فِي اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
diye ferman buyurduğu üzere, bütün mahlu-kattan üstün bir makama çıkarak; yümn-i iman ile emin bir halife-i arz olur.
Ve keza insan, nebatî cismaniyeti cihetiyle ve hayvanî maddeliği itibariyle; küçük, hakir bir cüz’ ve zaif, fakir bir cüz’îdir ki, dehşet-engiz bir surette dalgalanan mevcudat-ı seyyale mabeyninde bulunmaktadır. Fakat İslâmiyetle mütekâmil, imanla mütenevvir ve muhabbet-i Rahman’ı mutazammın olan insaniyeti cihetinde ise, ubudiyeti içinde bir sultandır, cüz’iyeti içinde bir küllîdir ve hakareti içinde makamı o derece yüce ve celildir ki; “dünya benim evimdir, güneş o evimin lâmbası ve şu nebatat ve hayvanat, hattâ insanlar benim o evimin zinet ve levazımatıdır.” demeye hak kazanır.
Evet, eğer insanın ubudiyeti içindeki fakrı, tamam ve kemalini bulursa, o zaman sultanlar ve güneşler onun evinin ecza ve ahcarları hükmüne geçerler.
İşte bu sırdan dır ki; insan, bazan kendisinden çok mertebe daha yüksek olanlardan kendini yüksek zanneder. Nasılki elinde aynası olan bir adamın, o aynada güneşin ziyasıyla parlayan koca bir denizin temessül etmesiyle; aynasını denizden daha büyük, daha geniş tevehhüm eder. Çünkü o ayna, güneşi deniz ile beraber misalen içine almaktadır.
Yükleniyor...