Evet, meselâ insan, iyilik ettiği zaman, ancak kendi elinin yetiştiği ve kuvve-i zatiyesinin ulaştığı kadar iyilik edebilir. Amma kötülük yaptığı vakit, sirayet ve intişar ettiği için, o nisbetde kötülük yapabilir.
Meselâ, küfür seyyiesiyle mecmu-u kâinat ve umum mevcudatın kıymetlerini, mektubat-ı Rabbaniye ve meraya-yı esma-yı İlahiye olan en yüksek bir dereceden; tesadüf ve abesiyetin oyuncağı olan mütegayyir, zeval ve firaka sür’atle koşan birer mevadd-ı faniye derekesine indirmekle mevcudatı tahkir eder.
Hem, esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilvelerini ilan eden bir kaside-i manzume-i mevzûne ve bir şecere-i bakiyeyi netice veren bir çekirdek misal ve haml-i emanetle mevcudatın en büyüklerine tefevvuk edebilen bir halife-i arz olan insanı; bir hayvan-ı zail-i faniden daha zelil, daha zaif, daha âciz, daha fakir bir derekeye düşürmekle hakaret eder.(Yani: Küfür ve imansızlık bakışıyla)
Ve keza, insanın ihtiyardan bir tel saç kadar bir şeyi ve zerre gibi bir iktidarı ve dakika gibi çabuk geçer bir ömrü ve mevcudiyetten kâinatın tabakatındaki hadsiz envaın nihayetsiz efradından bir cüz’-ü cüz’î olmak cihetinden bir lâşey olduğu halde, lâkin acz ve fakrı cihetinden pek büyük bir vüs’ati vardır. Zira insanın nihayetsiz azîm bir aczi ve gayetsiz cesim bir fakrı bulunduğundan; nihayetsiz Kadir ve gayetsiz Gani bir zatın tecelliyat-ı esmasına çok geniş bir ayna olmaya kabiliyeti vardır.
Ve keza insan, hayat-ı maddiye-i dünyeviye cihetinden bir çekirdeğe benzer ki, kendisine i’ta edilen bütün cihazatını; âlem-i fezanın vüs’ati içinde sünbüllenip bir ağaç olması için sarfetmeye bedel; dar, sıkıntılı toprağın tazyiki altında bazı mevadd-ı vâhiyeye sarfeder, tâ faydasız bir şekilde tefessüh edip gidiyor. Amma hayat-ı maneviye cihetinden öyle bir şecere-i bakiye hükmündedir ki, âmâlinin dalları tâ ebede kadar uzanmış, gidiyor.
Hem dahi insan, fiil ve sa’y-i maddî cihetinde öyle bir hayvan-ı zaif ve âcizdir ki, onun daire-i iktidarının nısf-ı kutru, ancak elinin ulaştığı kadardır. Fakat infial, dua ve sual cihetinde ise, öyle bir Rahman’ın aziz bir misafiridir ki; o Rahman ona bütün hazain-i rahmetini açmış ve bedayi-i san’atını müsahhar etmiştir. İşte bu cihetten insan, öyle bir daire-i azîmeye sahibdir ki, o dairenin nısf-ı kutru,
Meselâ, küfür seyyiesiyle mecmu-u kâinat ve umum mevcudatın kıymetlerini, mektubat-ı Rabbaniye ve meraya-yı esma-yı İlahiye olan en yüksek bir dereceden; tesadüf ve abesiyetin oyuncağı olan mütegayyir, zeval ve firaka sür’atle koşan birer mevadd-ı faniye derekesine indirmekle mevcudatı tahkir eder.
Hem, esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilvelerini ilan eden bir kaside-i manzume-i mevzûne ve bir şecere-i bakiyeyi netice veren bir çekirdek misal ve haml-i emanetle mevcudatın en büyüklerine tefevvuk edebilen bir halife-i arz olan insanı; bir hayvan-ı zail-i faniden daha zelil, daha zaif, daha âciz, daha fakir bir derekeye düşürmekle hakaret eder.(Yani: Küfür ve imansızlık bakışıyla)
Ve keza, insanın ihtiyardan bir tel saç kadar bir şeyi ve zerre gibi bir iktidarı ve dakika gibi çabuk geçer bir ömrü ve mevcudiyetten kâinatın tabakatındaki hadsiz envaın nihayetsiz efradından bir cüz’-ü cüz’î olmak cihetinden bir lâşey olduğu halde, lâkin acz ve fakrı cihetinden pek büyük bir vüs’ati vardır. Zira insanın nihayetsiz azîm bir aczi ve gayetsiz cesim bir fakrı bulunduğundan; nihayetsiz Kadir ve gayetsiz Gani bir zatın tecelliyat-ı esmasına çok geniş bir ayna olmaya kabiliyeti vardır.
Ve keza insan, hayat-ı maddiye-i dünyeviye cihetinden bir çekirdeğe benzer ki, kendisine i’ta edilen bütün cihazatını; âlem-i fezanın vüs’ati içinde sünbüllenip bir ağaç olması için sarfetmeye bedel; dar, sıkıntılı toprağın tazyiki altında bazı mevadd-ı vâhiyeye sarfeder, tâ faydasız bir şekilde tefessüh edip gidiyor. Amma hayat-ı maneviye cihetinden öyle bir şecere-i bakiye hükmündedir ki, âmâlinin dalları tâ ebede kadar uzanmış, gidiyor.
Hem dahi insan, fiil ve sa’y-i maddî cihetinde öyle bir hayvan-ı zaif ve âcizdir ki, onun daire-i iktidarının nısf-ı kutru, ancak elinin ulaştığı kadardır. Fakat infial, dua ve sual cihetinde ise, öyle bir Rahman’ın aziz bir misafiridir ki; o Rahman ona bütün hazain-i rahmetini açmış ve bedayi-i san’atını müsahhar etmiştir. İşte bu cihetten insan, öyle bir daire-i azîmeye sahibdir ki, o dairenin nısf-ı kutru,
Yükleniyor...