Zira Sani-i Hakîm senin cisminde hayatı dercetmekle, manevî gıdalarını celbetmek için âlem-i şehadete yayılmış olan duygularının casusları âlem-i şehadette cevelan etmeleriyle, filcümle seni kayd-ı cüz’iyetten mutlak bırakmıştır.

Sonra insaniyeti sana i’ta etmekle, çekirdek gibi bilkuvve seni bir küll haline getirmiştir. Sonra İslâmiyet ve imanı ihsan etmekle de, yine bilkuvve seni bir küllî mertebesine çıkarmıştır.

Sonra, marifet ve muhabbetini in’am etmekle, seni bir nur-u muhit gibi yapmıştır. İşte buna göre istediğini intihab edebilirsin.

Amma eğer sen, bu havass ve duygularını, dünyaya ve toprak gibi muvakkat cismanî lezzetlere salarsan; cüz’î, âciz ve zelil bir cüz’ olursun. Lâkin eğer sen, hayatının cihazatını insaniyet-i kübra olan İslâmiyet hesabına istimal etsen, bir küll-ü küllî ve bir sirac-ı merkezî gibi olursun.

***


اِعْلَمْ

Ey dünyevî mevcudata, ancak cirmin miktarınca ve bağ ve kayıdlarının müsaadesi nisbetinde ulaşabildiğin halde, muhabbet eden zavallı adam! Bil ki, sen o muhabbeti lâyıkı olmayan yerlere sarfettiğin için ceza olarak elîm firakların âlâmıyla müteellim olmaktasın.

Halbuki eğer sen muhabbetini bir Vâhid-i Ehad’e tevcih edip, onun hesabıyla ve ismiyle ve izniyle ve nazarıyla ve havliyle mevcudata teveccüh etsen; bir anda bütün o mevcudatla beraber fikraksız ve elemsiz bir şekilde nezih bir hayat bulursun. Bunun (fehme yakınlaştıran) meseli; bir adamın bir padişaha intisabına benzer ki; o padişah, kendi aktar-ı memleketinin her bir cüz’iyle bir irtibatı olduğu gibi, her mekânda cereyan eden ve her bir mekinden sudûr eden bütün işleri, hâdiseleri, sesleri ve saireyi de duyuyor, işitiyor ve görüyor bir tarzda; ki âdeta manen o padişah herşeyin içinde ve herkesin yanında hazırdır. İşte o hâdim dahi kendi padişahının sem’iyle ve basarıyla çok geniş ve uzak olan onun aktar-ı saltanatındaki bütün mevcudatın leziz nağmelerini ve güzel suretlerini muhabere ve müşahede âletleri vasıtasıyla işitebiliyor ve görebiliyor.

***


Yükleniyor...