cismaniyat üzerine tecelli eden esmasının aksam-ı celevatını zevkettirmek için; senin vücudunda havass ve hissiyat, cevarih ve cihazat, aza ve âlâtı derceden zat, elbette bu hakîmane san’atlarla işaret ediyor ki; buradaki şu ihsas ve izakanın sahibi, yani şurada kullarına bunları hissettirip tattıran zat, elbette kendi misafir kullarına cismanî ve ebediyete lâyık bir şekilde ve
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا
sırrıyla ebedî cennet köşklerinde dahi cismanî bir ziyafet hazırlamıştır, âmenna.
***
اِعْلَمْ
Bil ey Said-i âciz ve hâif! Havf ve muhabbet, eğer mahlukata teveccüh edilirlerse; o zaman havf, elîm bir bela olur. Muhabbet ise, belalarla bulanmış bir musibet veya ateşîn bir azab olur. Çünkü sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez.. Veyahut senin istirhamını duymaz. Hem dahi öylelere muhabbet edersin ki, seni hiç tanımaz veya muhabbetin için seni tahkir eder.. veyahut sana arkadaşlık etmez. Belki senin rağmına olarak seni bırakıp gidiyor.
İşte madem öyledir: şu havf ve muhabbetin yüzlerini dünya ve mafihadan çevir; Fâtır-ı Kerim ve Hâlık-ı Rahimine tevcih eyle!. Tâ ki -küçük bir çocuğun, annesinden korkusu sonuncu onu annesinin şefkatli sinesine atılmaya mecbur etmesinden gelen telezzüzü gibi- senin havfın da, seni sadr-ı rahmete iltica ettirerek lezzetli bir tezellül versin. Muhabbetin ise, zevalsiz ve zilletsiz ebedî bir saadet olsun. Ne günah çek, ne elem…
***
اِعْلَمْ اَيُّهَ اْلاِنْسَان
Ey insan! Kat’iyyen bil ki: Sen, şecere-i hilkatın bir semeresi veyahut onun bir çekirdeğisin. Evet, sen maddî cismaniyetin itibariyle küçük, zaif, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz’sün.. Lâkin Sani-i Hakîm, seni kendi sun’unun latifliğiyle bir cüz’-ü cüz’î vaziyetinden bir küll-ü küllî mertebesine yükseltmiştir.
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا
sırrıyla ebedî cennet köşklerinde dahi cismanî bir ziyafet hazırlamıştır, âmenna.
اِعْلَمْ
Bil ey Said-i âciz ve hâif! Havf ve muhabbet, eğer mahlukata teveccüh edilirlerse; o zaman havf, elîm bir bela olur. Muhabbet ise, belalarla bulanmış bir musibet veya ateşîn bir azab olur. Çünkü sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez.. Veyahut senin istirhamını duymaz. Hem dahi öylelere muhabbet edersin ki, seni hiç tanımaz veya muhabbetin için seni tahkir eder.. veyahut sana arkadaşlık etmez. Belki senin rağmına olarak seni bırakıp gidiyor.
İşte madem öyledir: şu havf ve muhabbetin yüzlerini dünya ve mafihadan çevir; Fâtır-ı Kerim ve Hâlık-ı Rahimine tevcih eyle!. Tâ ki -küçük bir çocuğun, annesinden korkusu sonuncu onu annesinin şefkatli sinesine atılmaya mecbur etmesinden gelen telezzüzü gibi- senin havfın da, seni sadr-ı rahmete iltica ettirerek lezzetli bir tezellül versin. Muhabbetin ise, zevalsiz ve zilletsiz ebedî bir saadet olsun. Ne günah çek, ne elem…
اِعْلَمْ اَيُّهَ اْلاِنْسَان
Ey insan! Kat’iyyen bil ki: Sen, şecere-i hilkatın bir semeresi veyahut onun bir çekirdeğisin. Evet, sen maddî cismaniyetin itibariyle küçük, zaif, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz’sün.. Lâkin Sani-i Hakîm, seni kendi sun’unun latifliğiyle bir cüz’-ü cüz’î vaziyetinden bir küll-ü küllî mertebesine yükseltmiştir.
Yükleniyor...