اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! İnsanın camiiyet-i fıtratının mezayasından ve onu sair hayvanattan ayıran seciyesi ise; zevi-l hayatın Vâhib-ül Hayat’a karşı olan tahiyyatlarını fehmetmesidir.
Yani insan, kendi nefsinin (kalbinin) sözlerini anladığı gibi, iman kulağıyla dinlediği zaman, tesbih eden zevi-l hayatın, belki cemadatın dahi bütün kelimatını fehmedebilir. Halbuki sair zîhayat ve cemadat ise, herbirisi yalnız kendi zatının sözlerini fehmedebiliyor. (Evet cemadatın izhar ettiği çok acib hizmet ve manalar itibariyle onların da kendilerine mahsus bir tarz-ı tesbihatları vardır.) Âdeta onlar, bu cihetten konuşan birer sağır hükmündedirler. Fakat insan ise, semi’ bir mütekellimdir ki, gözünün gördüğü genişlik miktarınca işitebiliyor. Yani insan; Esma-i Hüsnanın delilleri olan mevcudatın bütün konuştuklarını, gözü ile bir anda, müzahametsiz bir tarzda işitebilir. Öyle ise mevcudatın herbirisinin kıymeti yalnız o şahsın kendi nefsi miktarıncadır. Fakat insan-ı mü’mininki ise, her hepsinin kıymetinin miktarı kadardır denilebilir. Yani insanın her bir ferdi, sair mevcudatın birer nev’i gibidir. Belki de birçok neviler gibidir.
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Hakikat ile suret arasında zâhirde bir müşabehet olmakla beraber, nefs-ül emirde azîm bir bu’d vardır.
Meselâ, amiyane olan tevhid-i zâhirî; hiçbir şey Allah’tan gayrısına isbat edilip verilemez diye bir isbattır. Halbuki bu nefiy ise, çok basit ve kolaydır.
Amma ehl-i hakikatın tevhidi ise, görünen bütün eşyayı Cenab-ı Hakk’a isbatlı bir şekilde isnad eder. Ve herşeyde onun sikkesini görür ve herbir mevcud üstünde onun hatemini okur. İşte bu isbatlı tevhid ise huzuru tesbit edip gafleti tardediyor.
***
Ey kardeş bil ki! İnsanın camiiyet-i fıtratının mezayasından ve onu sair hayvanattan ayıran seciyesi ise; zevi-l hayatın Vâhib-ül Hayat’a karşı olan tahiyyatlarını fehmetmesidir.
Yani insan, kendi nefsinin (kalbinin) sözlerini anladığı gibi, iman kulağıyla dinlediği zaman, tesbih eden zevi-l hayatın, belki cemadatın dahi bütün kelimatını fehmedebilir. Halbuki sair zîhayat ve cemadat ise, herbirisi yalnız kendi zatının sözlerini fehmedebiliyor. (Evet cemadatın izhar ettiği çok acib hizmet ve manalar itibariyle onların da kendilerine mahsus bir tarz-ı tesbihatları vardır.) Âdeta onlar, bu cihetten konuşan birer sağır hükmündedirler. Fakat insan ise, semi’ bir mütekellimdir ki, gözünün gördüğü genişlik miktarınca işitebiliyor. Yani insan; Esma-i Hüsnanın delilleri olan mevcudatın bütün konuştuklarını, gözü ile bir anda, müzahametsiz bir tarzda işitebilir. Öyle ise mevcudatın herbirisinin kıymeti yalnız o şahsın kendi nefsi miktarıncadır. Fakat insan-ı mü’mininki ise, her hepsinin kıymetinin miktarı kadardır denilebilir. Yani insanın her bir ferdi, sair mevcudatın birer nev’i gibidir. Belki de birçok neviler gibidir.
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Hakikat ile suret arasında zâhirde bir müşabehet olmakla beraber, nefs-ül emirde azîm bir bu’d vardır.
Meselâ, amiyane olan tevhid-i zâhirî; hiçbir şey Allah’tan gayrısına isbat edilip verilemez diye bir isbattır. Halbuki bu nefiy ise, çok basit ve kolaydır.
Amma ehl-i hakikatın tevhidi ise, görünen bütün eşyayı Cenab-ı Hakk’a isbatlı bir şekilde isnad eder. Ve herşeyde onun sikkesini görür ve herbir mevcud üstünde onun hatemini okur. İşte bu isbatlı tevhid ise huzuru tesbit edip gafleti tardediyor.
Yükleniyor...