Hem Kur’an, kâh olur ki, genişlenmiş ve çok intişar etmiş olan kesreti göz önüne serer, sonra herşeydeki cihet-i vahdet-i gösterir tarzında damga-i vahdeti üstüne basar.

Hem kâh olur ki, esbab ile müsebbebatın zâhirdeki bitişikliklerinin arasını tebyin edip ayırdıktan sonra, müsebbebatın neticelerini izhar edip gösterir. Nasılki zâhir nazarda daire-i ufkun semaya temas ettiği görülüyorsa da, oysaki aralarında müdhiş bir mesafe vardır. Evet, esbabın en azamı, müsebbebatın en hafifini de bizatihi yüklenmeye takatı yoktur. İşte Kur’an, esbab ile müsebbebatın arasında uzaklığı izhar ile, o mesafenin, mahall-i zuhur-u esma veya onların matla’ları olduğunu gösterir.

Hem kâh olur ki Kur’an, mahlukatın, yani insanların ve cinlerin ef’allerini zikrederek tehdid eder. Sonra hemen arkasından, rahmete işaret eden esma ile teselli verir. Hem bazı olur ki, Kur’an bazı cüz’î maksadları zikreder, sonra da o makasıdı, kavaid-i külliye ve berahin-i kat’iye tarzında olan esmalarla takrir eder, yerleştirir. Ve hakeza kıyas et!..

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Acz dahi aşk gibi Allah’a isal eden bir tariktir. Belki acz, aşktan daha akreb ve daha selâmetli bir yoldur.

Evet ehl-i sülûk, Turuk-u hafiyede letaif-i aşere üstünde ve Turuk-u cehriyede nüfus-u seb’a üzerine sülûk etmişlerdir. Amma şu âciz ise,



(1) Kendi zat-ı kerim-üs sıfatını kasdediyor. (A.B.)







Kur’andan kısa bir tarik ve girintisiz, çıkıntısız, sağlam bir yol istifade edip ahzetmiştir ki, yalnız dört hatvedir.

İşte; Birinci Hatve’ye

فَلَا تُزَكُّوا اَنْفُسَكُمْ

âyeti işaret eder.

____________________________________

Yükleniyor...