cihetiyle; yüzünün daimî surette tebeddül etmesi, dakikaları sayan bir mil gibidir. Hem küre-i arzın karnındaki zelzeleler ve neticesinde dağların fışkırması, saatleri sayan ağırca hareketli bir mil hükmündedir. Kezalik, sema yüzü harekât-ı ecram ve kuyruklu yıldızların zuhuru ve küsufatın vuku’u ve şehabların akmasıyla, haftalık saatin günlerini sayan bir mil gibidir.

İşte, şu yedi rükün üzerine mebni olan dünya, hakikatta fani, hâlik, lerzedar ve su gibi akıcı iken, lâkin gafletle sureten tecemmüd ederek, fikr-i tabiatla tekeddür edip âhiretin yüzüne karşı bir hicab olmuş. Felsefe-i sakime ve medeniyet-i sefihe de, onun şu cümudiyet ve küdûretini daha da arttırmışlardır.

Amma Kur’an-ı Hakîm, dünyayı kendi ayatıyla; atılmış pamuk gibi hallac edip cümudiyetini eritiyor. Ve şulepâş beyyinatıyla onun kudûretini izale edip şeffaflaştırıyor. Ve nur-efşan neyyiratıyla fikr-i tabiatı eritip âhiret yüzünden perdeyi kaldırıyor. Hem belâgatkâr na’yeleriyle, dünyanın ebediyet-i mevhumesini yırtıp atıyor. Hem ra’d-misal sayhalarıyla, fikr-i tabiattan doğan gafleti parça parça ediyor.

İşte mütezelzile olan dünyanın hakikatı, mezkûr lisan-ı haliyle şu âyeti okuyor:

وَاِذَا قُرِيÏ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ



اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! İnsanı hayvandan temyiz edip ayıran şey, onun mazî ve müstakbel ile olan alâkasının şümulü ve afak ve enfüsü ihata eden idrâkinin külliyeti ve eşya-yı zâhiriyenin inşasında terettüb eden zâhirî illetleri (kanun ve sebepleri) keşfetmesidir.

Öyle ise, insanın en azam ve en önceki vazifesi ve cihazatının vazifece en etemm ve en elzemi; Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve tahmiddir ki, insanın gaye-i hilkatından maksud-u aslî budur. Binaenaleyh, bu insan kendi Saniini mazi, hal ve müstakbel dilleriyle ve enfüs ve âfak lisanlarıyla tesbih edebilir bir mahiyettedir. Hem mahlukatın tesbihatını müşahede edip onların üstünde şahidlik yapabilmesi sırrıyla da; Sani-i

Yükleniyor...