Mikdarlar ise, kaderin birer manzum mektubatı ve ilmin birer mevzun kalıbıdırlar. Zira, gözümüzle görüyoruz ki, eşyanın neşv ü neması hengâmında, o şeyin içinde kör, sağır ve camid zerreler harekete geçerek çalışırlar. Sonra o şeyin fayda ve semeratına ait yerleri gözeterek, gayet semiane ve basirane bir tarzda, eğri büğrü hududların yanında tevakkuf ederler. Ve keza kitabet-i kaderiyenin pek çok bürhanlarını buna kıyas eyle!

Amma eşya vücuda geldikten sonra yazıldığının delili ise, budur ki; kitab-ı âlemden ağaç ve çiçeklerin sahaif-i a’mallerinin tayyedilmiş nümuneleri gibi olan bütün meyve ve semereler; asıllarının yerin içinde defnedilip, baharda haşredildikleri vakit, o asılların başlarına gelmiş etvarı, (hayat tarihçelerini) herkesin başı üstünde neşretmeleridir.

Hem bir delili de; bir hardele küçüklüğünde, (beşerin kafasının) bir yerinde yerleştirilmiş insanın kuvve-i hâfızasıdır ki, yed-i kudret onu, kader kalemiyle insanın sahife-i a’malinden istinsah ederek, bir senedi gibi insanın eline vermiştir. Tâ ki insan, muhasebe vaktinde onunla sahife-i a’malini hatırlasın. Hem tâ mutmain olsun ki; şu fena ve zevalin hercümerci arkasında beka için çok aynalar vardır, Cenab-ı Kadir-i Hakîm, zaillerin hüviyetlerini onlarda tersim ediyor. Hem pek çok levhalar vardır, Cenab-ı Hafîz-i Alîm, fanilerin meanilerini onlarda yazmaktadır.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Elimizdeki saatin (iç kısmı,) âlât ve çarkların tezelzül ve ızdırabları cihetiyle nasılki gayr-ı sabittir, öyle de; bir saat-i kübra olan dünya dahi, zâhirî sabitiyeti içinde gayr-ı sabit ve lerzedardır.

Evet dünyaya zaman girmesiyle, gece ve gündüz, o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki mil hükmündedir. Seneler ise, dakikaları sayan bir ibre, asırlar dahi saatleri sayan birer iğnedirler.

Hem dünyaya mekân dercedilmesiyle, cevv-i hava sür’at-i tagayyür ve tahavvül ve tezelzülüyle ayrı bir tarzda saniyelerin ibresi hükmündedir. Küre-i arz dahi nebatat ve hayvanatın mevt ve hayatları

Yükleniyor...